Thursday, February 28, 2008

galatasaray, fenerbahçe, hakem


çetin cem: ya bu arada aklıma geldi, konyasporlu cedric sabin'in atılması hususunda.. everton-manchester united maçında scholes bir faul sonrasında topu aldı vermedi bi süre, sonra da sinirle havaya doğru yumrukladı. alan wiley idi yanılmıyorsam hakem, scholes'a sarısını gösterdi. bir dakika geçmeden evertonlı bir oyuncuyu ceza sahasına girerken arkadan çelmeledi scholesy. cezası sarı kart olmalıydı elbette ama işte futbol oynatmak isteyen hakem başka bir şey, bizim hakemler gibi mühendis kafasıyla düşünmüyorlar. yanına çağırdı scholes'u, konuştu, uyardı. scholes sahada kaldı ve çizgiden top çıkarmanın da arasında olduğu bir dolu iş yaptı. orada atılmış olsaydı belki de everton sayısal üstünlüğünün yardımıyla maçı alabilirdi (ki gerçekten iyi de oynadılar). demeye çalıştığım şu, oyuncu hakemi alkışladığında kırmızı çıkartmak kolay olan yol. her kavgaya, itiş kakışa giren oyuncuları atmak kolay. ama ondan sonra bir maç 6-0 bitiyor ve yaklaşık 60 dakikası halı saha maçı kıvamında bitiyor. diğer maç ise son dakikaya kadar deli gibi heyecanlı geçiyor ve oyuncular bir daha çizgiyi aşmıyorlar. disiplini ve otoriteyi sağlamak başka bir şey, mühendis gibi tak tak kart çıkartmak başka bir şey. hakemin görevi mümkün olduğunca futbol oynatmak olmalı. doğrusunu orada yapıyorlar, bizim hakemlerimiz odun gibi maç yönetiyorlar.

burak: futbolu sevmekle alakalı. altyapıyla alakalı. çok klişe ama; yetkiyi eline alan insanın hayata bakışıyla alakalı, kendine güveniyle alakalı. ezberci sistemde yetişmiş insanlarız. hayatın her alanında ezberciler, kurala göre davrancılar çıkıyor ortaya. 4 yanımızda mühendis hakemler var. asker devletiz zaten itirazı olan var mı? hakemlerin yarısı yakın zamana kadar subaydı, çok mu şaşırtıcıydı. en doğru yönetimin ordu disiplini olduğunu düşünüyor bu toplum. öyle tak!tak!tak! kartları çıkaran hakemler sevilir buralarda.

---------


sevgili dostum burak'la bu muhabbetimiz, 17 eylül 2007'de dönmüş. 6-0 biten galatasaray-konyaspor maçı sonrasında.

şimdi şuradan başlayayım, bir hakem, bir maçta 4 kırmızı kart göstermişse, maçı kötü yönetmiştir. çok ekstrem haller olmadıkça, bu benim dogmamdır. ne gerilimli maçlar izliyoruz avrupa'da, güney amerika'da, afrika'da. her gerilimli maçın sonunda bu kadar kırmızı kart çıkacak olursa futbol saçma sapan bir şeye döner. bir hakem, cüneyt çakır değil, eğer bir maçı sağlıklı şekilde tamamlayamıyorsa, sorunludur o kadar.

kartlara gelince, lugano'nun 24. dakikada atılması yanlış ötesidir. sebep, ilk sarı kartın yanlış olması falan değil! benim yukarıda belirttiğim hadise. kart gören oyuncu hakemi protesto edebilir. uefa "hakemi küçük düşüren oyuncuyu cezalandırın," diyor olabilir. ama bu, kağıt üstündeki hadisedir. eğer bir oyuncu faule tepki gösterecekse gösterebilir, bu onun refleks tepkisidir, haklı veya haksız. hakemin görevi onla konuşup, uyarıyla oyuna dönmesini sağlamaktır. çünkü hakemin görevi futbolcu cezalandırmak değil, futbolu oynatmaktır. ama bizde ömer üründül bile "ingiltere'de hakemler çok konuşuyor" derken bu kafanın değişmesi mümkün değil tabii ki.

gökhan gönül'ün kartı da aynı şekilde. kart yanlış veya doğru olabilir, bu tartışılır bir şey. ama bir kupa maçında, skor 1-1'ken ve misafir takım 10 kişiyken bir oyuncuyu daha atmadan önce hakem düşünmelidir. zaman geçiriyorsa uyarabilir. hele bunun gibi top atılmış, eğilmiş, falan acayip bir pozisyon. ağır çekimde gökhan kaç saniye geçirmiş ona bakacağız neredeyse! ortada bir takımı 9 kişi bırakan bir karar var. son 15 dakikayı futbol sahası değil savaş meydanına çeviren bir karar var. dahası, kırmızı kart gördükten sonra taç atışında geçirdiği zamanın fazlasını geçiren bir futbolcu var. gökhan'ın oyunu geciktirip geciktirmediği hakemin takdiridir, buna hiç kimse bir şey diyemez. sahanın içindeki detayı da o bizden daha iyi bilecektir. ama böyle bir anda ona ikinci sarıyı gösterecek kadar ağır mıdır, bunu da düşünsün cüneyt çakır.


volkan'ın kırmızı kartına değinmiyorum, tartışanla futbol konuşmam o kadar net :) futbol sahasında oyun içi kasti tekmeyi bile 8-9 maçla cezalandıran bir premier lig örneği var (ljungberg'i biçen prutton, bu iki sene önceydi gerçi). oyun durmuşken tekme atan bir futbolcunun cezası ne kadar olur siz düşünün. ha, bundan sonra tff isterse 10 maç ceza versin, isterse vermesin mühim değil. önemli olan volkan'ın hareketini savunmaya çalışan futbolseverlerin (!) varlığıdır.


lincoln'e gelince, volkan'ı tahrik ettiği muhakkak. ama ben hiçbir avrupa liginde "küfür etti" diye bir oyuncuya kırmızı kart çıkarıldığını görmedim. ha, belki şeref-namus-haysiyet için yaşayan uzakdoğu ülkelerinde çıkarılıyordur, ama yine de emin değilim. bana "avrupa'da futbolcular küfretmiyor" diye gelmeyin götümle gülerim. ağır çekimlerde bile fuck'ları, cazzo'ları, putain'leri okuyabiliyoruz ağızlardan.


neticede, bir maçı oynatamamış berbat bir hakem var ortada. dolayısıyla fenerbahçelilerin bir kısmı itirazlarında haklıdır. hangileri haklıdır? 4 kırmızı kartlı fener-galatasaray maçında ali aydın'a "işte, büyük takım demedi, oyuncuların gözünün yaşına bakmadı, kartlar haklıydı" demiş olmayanlar haklıdır. beşiktaş-samsunspor maçında cem papila için "işte, beşiktaşlıların gözünün yaşına bakmadı, kırmızıları çıkarttı, kartlar haklıydı," demiş olmayanlar haklıdır. ama, bunca yıl derbilerin hakemler tarafından nasıl yönetilemediğini göremeyen, pozisyonları "gökhan gönül zaten topu alacaktı, volkan'a küfredilmiş" noktasından okumaya çalışanların hakkı değildir. türkiye'de hakemliği cellatlık olarak gören, oyunu düzenleyen kişi olduğunu fark edemeyenlerin hakkı değildir.

açıkçası son cümlemde yazdıklarımın burada bile fazla anlaşılacağını sanmıyorum. bence türk futbolunun o düzeye gelmesi için yaklaşık bir 10 sene daha var.

Sunday, February 24, 2008

Oscar tahminlerim

En iyi...

Film: No Country For Old Men

olay büyük ölçüde belli kanımca. eğer ikinci bir seçenek varsa da o "there will be blood" değil, "atonement." harika bir film kesinlikle, ve itiraf etmeliyim ki izlediğim adaylar arasında en etkilendiğim film. şanssızlığı ise en iyi yönetmen dalında aday olmaması. yanılmıyorsam tarihte yönetmen adaylığı olmayıp en iyi film ödülünü götüren bir ya da iki film var sadece. "there will be blood" ise oscar'lık bir film değil. harika bir kapitalizm eleştirisi, müthiş bir karakter profili, ancak "gangs of new york" ve "jesse james"in kuzeni gibi durmakta ve bu iki filmin oscar hüsranlarını "there will be blood"ın da yaşayacağını düşünebiliriz.

Yönetmen: Joel & Ethan Coen

bu yıl film-yönetmen ödüllerinin farklı isimlere gideceğini düşünüyordum işin açığı, ama hastası olduğumuz paul thomas anderson'ın oscar'ın kalemi olduğunu düşünmüyorum. kanımca julian schnabel 2007'nin en etkileyici filmini yaptı "the diving bell and the butterfly" ile, ama en iyi film dalında aday olmaması da onun şansını azaltmakta.

Erkek Oyuncu: Daniel Day Lewis
sanırız bu da bitmiş bir dava. banko.

Kadın Oyuncu: Marion Cotillard
gecenin sürpriz sayılabilecek sonuçlarından birisini bekliyorum bu noktada ve cotillard'ın edith piaf yorumunun son yıllardaki "biopic" dalgasını sürdüreceğini düşünüyorum. julie christie denmekte çoğu yerde, ama az eleştirmen ödülü toplamadı cotillard. iki sene üst üste ingilizlere gideceğini de sanmamaktayım ayrıca.

Yardımcı Erkek Oyuncu: Javier Bardem
-bardem'e vermemek için bir sebepleri yok.
-hep böyle derler.

Yardımcı Kadın Oyuncu: Tilda Swinton
evet, cate blanchett iki koldan aday, ve özellikle bu dalda "hype" onun yanında. ama aklıma julianne moore'un 2004'teki çifte hayalkırıklığını getirmeden duramıyorum. aynı zamanda "michael clayton"ın sevilmiş olması da en azından bu dalda ödüllendirileceğini hissettiriyor bana.

Orijinal Senaryo: Juno
yılın alternatif/sürpriz filminin bu dalda başarısı adettendir. bu dalın bu sene bir parça kısır olduğunu düşünürsek sadece "michael clayton" rakip olabilir "juno"ya. o da zor.

Uyarlama Senaryo: No Country For Old Men
"atonement"a gecenin nadir oscar'larından birisi çıkabilir burada, sebebi de coen'lerin fazla ödül alma ihtimali. ama yine de biraderler gülerler burada kanımca. zira akademinin "atonement"a fazla ısınmadığını görüyoruz, özellikle james mcavoy'un oyunculuk performansının, joe wright'ın yönetiminin adaylığa layık görülmemesinde olduğu gibi.

Animasyon: Ratatouille
"persepolis" yabancı film dalında aday olsaydı ciddi bir şansı olurdu kanımca, ama "ratatuy" burda yenilmez duruyor.

Kurgu: No Country For Old Men
işte oscar'larda en iyi filmin habercisi olan dal. roderick jaynes'in onurlandırılma zamanı geldi!

Görüntü Yönetmenliği: Assassination of Jesse James
Roger Deakins'in iki adaylığından (diğeri de "no country for old men") daha şanslı olduğu film burası bence. "there will be blood"? o da bir aday tabii, "bugsy" örneği var "there will be blood"ın kazanabileceğini gösteren. 1991 tarihli warren beatty filmi 10 dalda adaydı, tek alabildiği buydu. "there will be blood" alırsa bu yüzden alır. ama sanırım tesellisini aşağıdaki dalda alacak.

Sanat Yönetmenliği: There Will Be Blood
yukarıda bahsettiğim sebepten işte.

Kostüm: Atonement
kostüm filmi kostüm oscar'ını hak eder.

Makyaj: La Vie En Rose
Görsel Efekt: Transformers
Ses Efekti: Transformers
Ses Kurgusu: Bourne Ultimatum
("transformers"ın üçleme yapacağını tahmin etmediğimden)

Müzik: Atonement
bu yılın en yaratıcı film müziği, "atonement"ın daktilolu müziği olsa gerek. dahası yazık olur. jonny greenwood aday olmadığı için gönlüm de marianelli'den yana.

Orijinal Şarkı: Once
bu harika filmin oscar'larda yok sayılması ne büyük talihsizlik!

Belgesel: No End in Sight
"sicko" dışında hiçbirini izlemedim, moore alacağını zaten düşünmüyorum ve okuduğum yorumlar favorinin "no end in sight" olduğunu söylüyorlar.

Yabancı Film: Die Falscher / Avusturya
romanya'nın altın küreli etkileyici filmi "4 ay, 3 hafta, 2 gün"ü ve amerikalı bir yönetmenin (julian schnabel) fransızca filmi "the diving bell and the butterfly"ın ve "persepolis"in yokluğu bu dalı epeyi zayıflatmış durumda. altın ayı için avusturya filminin de hayranı mevcut. mikhalkov'a rağmen ödül avusturya'ya gidecek gibi.

Tuesday, February 19, 2008

neon bible

arcade fire'ın dünyadaki en heyecan verici, en orijinal büyük gruplardan birisi olduğunu düşünüyorum ve bu küçük sevimli video da yanıltmadı beni. sadece "büyük" kelimesini bir kenara koyun şimdilik, ufacık bir asansörde bile nasıl harikalar yaratılacağının kaydıdır.

izleyelim: http://www.youtube.com/watch?v=wjxef8AfVQg

Thursday, February 14, 2008

14 Şubat


Her sevgililer gününde mutlaka birilerine anlattığım, harika bir Charlie Brown hikayesi var. Charlie Brown heves içinde bekliyor 14 Şubat'ı, okula gittiğinde ona kimler kart atacak diye... Gerisini anlatmama gerek yok bu sene için. Zira, bunu televizyonda izledikten yaklaşık 10-12 yıl sonra şeytan icadı YouTube'da buldum.

en güzel aşk şarkısı değil ama, 2006 tarihli güzel albümlerinden güzel bir şarkı. o da yeter. jason isbell'in solosunu dinleyemedik yalnız hala.
Aşkınız, eşiniz, dostunuz, kankanız olsun, sevgi olsun yeter. Sevgililer Günü işin bahanesi. Ama itiraf etmeliyim ki hoş bir bahane.
Herkese mutlu bir Sevgililer Günü diliyorum! :)