Friday, May 30, 2008

dünyanın sonuna kadar


ne zamandır görmüyordum seni,
bir deliğe tıkılmış geçirmekteydim vaktimi
en son karşılaştığımızda karanlık bir odadaydık,
birbirimize gelinle damat kadar yakındık
yemek yedik, şarap içtik, herkesin keyfi yerindeydi
senin dışında, sen dünyanın sonundan konuşuyordun

bende yeri kaybolacak bir grup değil u2. bu şarkı ise yahya madra'ya göre bono'nun hep yapmayı istediği şarkı. ona göre isa'nın son yemeğini çağrıştırıyor sözler, olabilir. ben ise "until the end of the world"ü, "you led me on with those innocent eyes" gibi harika bir aşk dizesiyle, "in the garden i was playing the tart, i kissed your lips and broke your heart"la biliyorum.

bono nasıl akrep burcu değil, anlamıyorum.

Thursday, May 29, 2008

crystal castles


bir atari 5200 ses kartı, distorte edilmiş agresif bir kadın vokal, ve.. bu kadar galiba. crystal castles son zamanlarda en çok dinlediğim grup. bilgisayar oyun sound'ları deyince electroclash (vardı n'oldu ona?) gelmesin aklınıza. "courtship dating" onca gürültünün kaosun ortasında acayip içli bir vokal melodisini gizlemiş müthiş bir parça. "1991" ile "crimewave" nefis synth-pop şarkıları aslında. "tell me what to swallow" albümün kapanışında genel havanın aksine sakin sessiz takılan, shoegaze sularında yol alan iddiasız ve çok güzel bir şarkı. "alice practice" gibilerde önünüze geleni patlattığınız o oyunların içindeymiş gibi hissediyorsunuz. bu şarkı grubun enstrümantalisti ethan kath'in vokalist alice'in vokal denemesini kendisinden habersiz kaydetmesi sonucu oluşmuş.



alice'ten de bahsetmek gerek. kendisi tuhaf gözleri, güzel yüzüyle lucky soul'dan ali howard'la birlikte indie aleminin en klas poster kızı olacak gibi. tabii grupça yüzlerini göstermekten pek hoşlanmamaları gerçeğini bir kenara koyarsak. yine de bu kızla ilgili dikkat çekmesi gereken şey bebek yüzü değil, bağırış çağırış söyleyişi. muhtemelen kendisini yerlere, davul setine falan atmaktan yara bere ve çürük içinde kalmış bacakları da var kendisinin. punk mı yoksa punk rolü yapan bir kanada kızı mı bilmiyorum. ama çok güzel bir kimya ve gayet güzel şarkılar var crystal castles'ta. eski metalci yeni atarici ve bir poster kızından bu yılın en etkileyici gruplarından birisi çıkabiliyormuş.

Wednesday, May 28, 2008

the shamen

sanırım elektronik müziğe hayatımın hiçbir döneminde öcü gibi bakmadıysam bu adamların payı vardır. abartmıyorum, belki de tek basamaklı yaşlarımdaydım, ya da ilk desteyi yeni bitirmiştim, bu adamların inanılmaz şarkılarına vurulduğumda. ömer karacan sağolsun, pazar akşamları kendisine verilmiş bir saat içinde iyi zehirlemiş bizi. "eezer good, eezer good" diye bağrılan yüksek tempolu şarkı da o yıllardan beri belki sadece üç-beş kere dinlemiş olmama rağmen tüm tazeliğiyle zihnimde. sadece "e's are good" dediklerini ve ecstasy övgüsü yaptıklarını öğrenmiştim seneler içinde, belki de kendim bulmuştum bilmiyorum.

nereden aklıma geldi bilmiyorum ama "ebeneezer goode"u indirdim bu gece, ve hala çok güzel geldi. şimdiki dalga new rave olsun varsın, bu "old" rave gibisi yok! (gerçi nme jenerasyonu için new rave "so 2007" oldu bile) "phoerever people" ile "l.s.i." (love sex intelligence) da teker teker denenecek tekrardan, zamanın testine tabi tutulacaklar. büyük ihtimalle geçeceklerdir de.

happy mondays'in, primal scream'in aynı yıllarda yaptığını birkaç adım öteye taşıyan, dans ettiren rock yapan bu adamlar olmasaydı prodigy olur muydu diye düşünmek haddimi aşmak mı olur bilemiyorum. ama colin angus'la birlikte grubun beyin takımını oluşturan will sinnott, the shamen'ın 1992'deki patlamasından hemen önce ölmeseydi (ispanya'da klip çekimi sırasında denizde boğularak can vermişti) ekip daha uzun bir kariyere sahip olur muydu diye sorgulamamak imkansız...

Ebeneezer Goode (Beat edit) - The Shamen

Monday, May 26, 2008

"yalnız ve güzel ülkeme..."

orta okul zamanlarımda sinema dergisinin cannes'ın 50. yılı için hazırladığı sayıyı okuduğumu hatırlıyorum. doğduğum yıl bir türk yönetmenin altın palmiye aldığını biraz da şaşkınlıkla okumuştum, dünya sinemasına attığımız en büyük imza o olmuştu, haberdar bile değildim öncesinde.

sonradan ceylan soyadını alacak olan ebru yapıcı'nın "kıyıda" isimli filminin kısa filmler bölümüne seçildiğini de o yıllarda hatırlıyorum. o zaman için daha çok yaklaşabildiğimiz vaki değildi.

o zamanlar böyle zamanların geleceğini hayal bile edemezdim. 2003'te "uzak" jüri büyük ödülü ve erkek oyuncu ödülünü aldığında (özellikle mehmet emin toprak'ın ödülü göremeden ölmüş olmasının trajedisine) gözyaşı dökmüştüm.

sonra "iklimler"le en azından fipresci ödülü, fatih akın'a verilen senaryo ödülü, ve dün, "üç maymun" vesilesiyle gelen en iyi yönetmen ödülü.

artık nuri bilge ceylan'ın cannes'ın favori yönetmenleri arasına girişi, türk sinemasının dünya sinemasında yer buluşu, sean penn'in "nür bil seylan, uc meyman" telaffuzu, bir türk'ün ödülünü faye dunaway'in elinden alması... hepsi bir arada artık çok doğal gibi gelse de, ben 10-12 yıl öncesine dönüp hala inanılmaz buluyorum bazı şeyleri.

ödülü "tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum," cümlesiyle kabul eden nuri bilge ceylan, çok yaşa.


diğer yandan, "l'emploi du temps"ıyla takibe aldığımız laurent cantet'nin yeni filmi "entre les murs"ü merakla beklemekteyim. ve tıpkı nbc gibi bir diğer cannes gözdesi olan dardenne'lerin yeni filmi "le silence de lorna"yı da.

dardenne kardeşler meselesi de hala gizemini koruyor türk basınında! geçenlerde "freres dardenne" olarak bir kişilik vermişti ntvmsnbc onlara (freres, erkek kardeşler anlamına geliyor fransızcada), şimdi de jean pierre luc dardenne olarak yazmışlar. taylan kardeşler'in tek kişi sanıldığı bir ülkede doğal belki ama, memleketin en saygın ve sanata değer veren medya kuruluşunda son 10 yılın en dikkate değer sinemacıları arasında bulunan dardenne'lerden haberdar kimse yoksa, yazık.

Thursday, May 1, 2008

1 mayis

"if the storm doesn't kill me, the government will."
(houston - r.e.m.)