Friday, June 20, 2008

are teenage dreams so hard to beat?


Are teenage dreams so hard to beat?
Everytime she walks down the street
Another girl in the neighbourhood
Wish she was mine, she looks so good
I wanna hold her wanna hold her tight
Get teenage kicks right through the night
I'm gonna call her on the telephone
Have her over 'cos I'm all alone
I need excitement oh I need it bad!
And it's the best, I've ever had

cesur kadınlar

“I want to be your blowjob queen”
(liz phair, “flower”)
“i'm gonna tell the world you're rubbish in bed now
and that you're small in the game”
(lily allen, “not big”)
“are you thinking of me when you fuck her?”
(alanis morissette, “you oughta know”)
“i’m your crazy ex-girlfriend”
(miranda lambert, “crazy ex-girlfriend”)

Friday, June 13, 2008

knopfler istanbul'da


hani "gecikmiş buluşma" diye bir tabir var ya, bu gece galiba gerçekleşecek olan şey tam da bu. benim adıma değil, 1980'lerden bu yana dire straits'i dinleyen, mark knopfler'ın stiline aşık olan binlerce insan olduğunu biliyorum, bu en çok onlar için gecikmiş buluşma.
benim için durum biraz daha farklı galiba. 1980'lerde değil 1990'ların sonunda keşfettim grubu. belki de grubun peşine takılan son kuşaktandım hatta. kendimden küçük bir insanla dire straits muhabbeti yaptığımı hiç hatırlamıyorum çünkü. sanki nesilden nesile giden akış, 2000'lerde durmuş. dire straits "büyük grup" değil de, nostalji nesnesi gibi kalmış.
ama hayır, "making movies"i, "brothers in arms"ı, "communiqué"yi her dinlediğimde hissediyorum ki, dire straits çok özel bir grup. knopfler ise bir dehadan da fazlası.

dün gittiğim basın toplantısındaki imajı ise tam da tahmin ettiğim gibiydi; kibar, alçakgönüllü, inceden de esprili. şaka olduğunu kolay anlayamayacağınız bir yüz ifadesiyle "deniz trafiğinize dair bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum, ne kadar çok gemi geçiyor buradan" diyerek anlattığında boğaz'ı, aslında geyik yapıyordu. bir iki dakika sonra salonu etkisi altına aldı, aynı frekansa girdi.

daha önemli şeyler konuşulduğunda plak şirketlerinin risk almayı sevmediğini, yeni grupları single formatına sokmaya çalıştığını anlattı. öyle ya, dire straits eşsiz bir biçimde 6-7 dakikalık şarkılardan hit çıkartıyordu. artık böyle şarkıların 15 milyon satan albümlerde bulunduğunu düşünebiliyor musunuz? hoş, artık 15 milyon satan albüm bile düşünemiyoruz ya.

"ama sakız gibi pop müziği her zaman olmuştur, olacaktır da," dedi. yeni gruplardan pek çoğunu da bilmediğini ekledi. evine yeni müzik giriyormuş, ama mutfakta falan çalıyormuş, o da kulak kabartıyormuş, pek dinlediği söylenemez. "plak şirketim albümleri gönderiyor ama, ben dinlemiyorum, burada bedava albümleri seven birisi var, o alıyor" diyerek menajerini gösterdi.

basın toplantısının sonunda o menajere yaklaştım ve albüm imzalatıp imzalatamayacağımı sordum. "pek sanmam, çünkü hemen odasına geçmek istiyor," dedi. "şansımı deneyeyim mi peki yine de?" dedim, "bir dene," dedi. diktatör menajerlerden değildi en azından. yine de kalabalık ortam ve mark'ın aniden çıkışı benim asıl planım olan kırmızı gitarımı imzalatma planımı ortadan kaldırmıştı çoktan. benim kırmızı bir gitarım varsa sebebi bu adamdı çünkü. hayatım boyunca bir heves olarak yanıp yanıp sönmüş olan gitar çalma isteğini "bunu yapmalısın" diye kafama kazıyan adam knopfler'dı. onu aldıktan sonra hiçbir zaman penasız, parmaklarımla sololar atmadım, ellerimi çizecek kadar ölçüsüzce tellere vurduğum punk şarkıları çaldım. ama bu tutkuyu bana kazıyan adamdı o. o yüzden benim bir gitar kahramanım varsa, o knopfler'dı. o gitarda imzasının bulunması bana hep gurur verecekti ama aslında görünmese de o gitarda bir imzası var zaten.
(basın toplantısına dair daha detaylı bir yazım için buraya bakabilirsiniz.)

Wednesday, June 11, 2008

viva la vida'ya bir gün kala


bildiğiniz gibi emi büyük maddi problemler yaşamakta, üstad çağlan tekil "ellerinde beatles ve pink floyd gibi iki grup varken batmaları imkansızdı, bunlar yine de batmayı başarmışlar," demişti harika bir şekilde.
beatles ve pink floyd bir yana, radiohead de yuvadan uçtuktan sonra emi'ın elindeki en büyük grup coldplay. artık albümlerin satmadığı bu zamanda şirker "viva la vida or death and all of his friends"i son albümü olarak görüyordu. anormal güvenlik önlemleriyle albümün çıkışından önce internete sızmasını önlemeye çalışmışlardı. coldplay'in yeni single'ı "violet hill"i "a spell a rebel yell" eklentisiyle plak olarak dağıtan nme bile yeni albümü sadece grupla röportaj yaparken dinleyebilmişti.
yine de chris martin, "biliyorum, bir albümü bir defa dinlemek hiç hoş bir şey değil," demiş, onlara bir cd'ye çekmiş albümü. "ben ilk dinlediğimde "ok computer"ın dandik bir albüm olduğunu düşünmüştüm."
artık bunu sızdıran nme muhabiri midir bilinmez, ama albümün mp3'leri nete düşmüştü, ingiltere'deki çıkışından bir, amerika'dan ise iki hafta önce. evet, kalite vasat, ama bu zamanlarda artık bir albümün nete düşmesinin engellenemeyeceği gibi bir durumun iyice açığa vurulmasıdır bence bu durum. benzer bir çabaya red hot chili peppers da "stadium arcadium" için girmişti, çıkışa 8 gün kala albüm nete sızmıştı ve bu bile büyük bir başarı olarak görünüyordu.
galiba bu işin ilacı artık radiohead gibi bizzat "sızdırmaktan" geçiyor.
"viva la vida or death and all of his friends" mi? parmaklarımın ucundan çok şey geçiyor ama iki dinleyişte yorum yapmamak için kendimi tutuyorum. ama chris'e gönderme yapmak gerekirse, ilk dinleyişte bile hiç dandik değil. çok çok daha büyük cümlelerle dolu bir kritik olacak burada yakında. 320 kbps'sini bulalım da hele!

Monday, June 9, 2008

spoon - don't you evah ep

"ga ga ga ga ga" 2007'nin en büyük sürprizlerindendi. bazılarına göre spoon'un en iyi albümü değildi (ki öyleydi) ama grubun tarihinde ilk defa billboard'a ilk 10'dan giren, ve yaklaşık 150,000 satan bir indie blockbuster'ı olmuştu albüm.

şimdi, bir yıldır süren bir turnenin üzerine bir ep ile zafer turuna devam ediyor grup. "don't you evah ep" çıkalı iki ay oldu aslında, ama olsun, spoon üzerine yazma bahanesi bulunması yeterli. içinde bolca "don't you evah" remix'i, şarkının the natural history imzalı orijinali "don't you ever" (bu şarkının cover olduğunu biliyor muydunuz?) ve "all i got is me" adında albümden son anda çıkartılmış bir parça. arada güzel remix'ler var elbette, ama tekrar tekrar dinlenecek bir albüm olmadığı da ortada.

bence "don't you evah" "ga ga ga ga ga"nın en iyi şarkısı değildi. ha, albümün ilk beş şarkısı, yani plak olarak baksak ilk yüzü efsane düzeyde olduğu için o müthiş beşlinin bir parçasıydı sadece. ama tekrarlamak istiyorum, spoon üzerine yazma fikri yeterli.

çünkü "ga ga ga ga ga" bunaltı anlarımın müziği oldu geçen sene boyunca. fazlasıyla dinledim albümü, ve britt daniel olmak istedim. elleri cebinde stili, dünyanın bütün kadınları onu terk etse yine üzülmeyecek, sinirlenmeyen, üzülmeyen, yerinde olmak isteyeceğim karakterde bir ses/yorum daniel'ınki. grubun kaygan stili, funk'ı, ispanyolu indie rock'la harmanlayışı da cuk oturuyor bu imaja. 40 dakikanın altında biten her albüme sempatiyle yaklaştığım gerçek ama "ga ga ga ga ga" bunun ötesinde değerli benim için.

bir de hala "Tract houses, square couches, short legs and square shoulders, pot holders, egg and soldiers, y’ tank rollers, you all know this" diye scat'vari söyleyişine bayılıyorum. ne demek istediğini hala anlamasam da.

Sunday, June 8, 2008

sinister


"at the final moment i cried, i always cry at endings"

(belle and sebastian, "get me away from here, i'm dying")

Wednesday, June 4, 2008

queer


"You're a sensitive guy, E. That's kind of queer."

(Johnny "Drama" Chase, Entourage 3. sezonda "Strange Days" bölümü)

Tuesday, June 3, 2008

mr. brightside


onlar yatağa gidiyor, sen kendi yatağında karın ağrınla baş başasın. adam kadının kıyafetlerini çıkartıyor, sen gözlerini kapattığında bunu görüyorsun. kadın adamın göğsüne dokunuyor, uyuyamıyorsun.

halbuki yapılacak bir şey yok, her şey yaşanırken sen başka bir yerdesin. bununla dalga geçmekten başka çaren yok. eğer her şeye dalgacı yaklaşan bir adamsan, bu senin kaderin.

seks berbat bir şey, eğer yapan siz değilseniz.

beethoven'ın dokuzuncu senfonisinden ödünç alınmış bir klavye riff'i, okyanusun öte yanından gelen bir gitar melodisi aslında acayip acı lirikleri maskeleyen bir vokal. the killers adını fillers yapmasını gerektirecek kadar karavanası olan bir grup, ama hit yazdıklarında gerçekten eşleri benzerleri yok. "mr. brightside," bir "göründüğü gibi olmama" şahikası, kıskançlık başyapıtı, stadyum rock şaheseri.

Sunday, June 1, 2008

oyuncak ayı

bavulumu yokuştan sürüklemekteydim, havaalanından evime dönüşün artık son metrelerinde. arabaların arasındaki çöp poşetlerinin arasına atılmış kocaman bir oyuncak ayı gördüm. gerçekten temiz görünüyordu, iyi durumdaydı ve dandik bir oyuncak da değildi. yükümü taşırken evden fotoğraf makinasını alıp oraya dönmeyi ve o ana dair güzel bir kare yakalamayı düşündüm. "uzak"ta mahmut'un üşenip yusuf'a "boşver" deyişi canlandı kafamda.

eve çıktım, mahmut gibi davranmadım, makinayı alıp sokağa çıktım, tam çekecekken pil bitti. eve döndüm, pil değiştirdim, yanıma para aldım, eğer bu da boş çıkarsa caddeye kadar çıkıp yeni pil almak için. gerçekten hevesliydim artık. o anı çekme kaset'te paylaştığımı, "çocukluğun sonu" başlığını attığımı planladım kafamda. marillion'ın "misplaced childhood"u çalmaktaydı beynimde. özellikle en yakın arkadaşlarından birisinin evlendiğini gördüğüm, 18 yılımı yaşadığım mersin'de geçirilmiş bir haftasonunun en sonunda ideal görüntüydü belki de o "çocukluğun sonu" karesi. işaretleri takip etmeyi, bazen de üretmeyi, hep severdim ben.

tam fotoğrafı çekecekken bir adamın "fotoğraf mı çekiyorsun?" diye sorduğunu duydum. döndüm, biraz delikanlı tavırlı, gecenin 11'inde sorun yaratmasından korkabileceğiniz bir tip gibiydi. "fotoğrafımı çeker misin" dedi, "olur" dedim, çektim, mail atarım dedim (o telefonumu istedi mesaj atmak için, vermedim elbet). adresini yazdı, iki adım atıp asıl hedefime doğru döndüğümde bir taksicinin oyuncak ayıyı bagajına attığını gördüm şok içinde.

işte memlekette sanat yapmak bu yüzden imkansız mirim!

ps: belki de o adamın ve taksicinin fotolarını koymalıydım buraya, belki de asıl hikaye oydu!