Friday, October 24, 2008

iade-i itibar

geçen hafta gazetedeki kritiğimde "evet albümde sağlam groove'lar var ama iyi yazılmış şarkılar yok. oasis bunu yapardı - ah ama pardon, bu on yıl önceydi." yazmıştım. itiraf etmeliyim ki "dig out your soul"a haksızlık etmişim. evet, bir çok şarkı grubun o sıradışı 90'lar hit'lerinin çarpıcılığına sahip değil. ama iyi rock'n'roll anları var yine albümde. özellikle ilk dört şarkının sert girişi, doğru zamanda çok iyi sonuç veriyor. "falling down" da nefis parça. bu kritiği şimdi yazsam 5 üzerinden 2 vermezdim.

Tuesday, October 21, 2008

büyük bir adam, küçük bir ölüm

büyük bir hayranı sayılmazdım ama severdim. ama onu ilk olarak "figure 8"le, "son of sam"le tanımasaydım daha çok seveceğimden emin oldum sonra "either/or"larla, "xo"larla. ölümünü öğrendiğimde yaşadığım burukluk ise hala hatırımda. özellikle de bunu kendisine sapladığı bıçaklarla yaptığını okuduğumda. insan sadece 20'li yaşlarında intihar eder sanardım o zamanlar, küçükken. bir de, ölümünden sonraki hafta mete avunduk'un david gedge ile kent fm'de yaptığı programı kapatırken söyledikleri, "büyük bir adam, küçük bir ölüm..."
...
madonna'ya soruyor q, "son yirmi yılın şarkılarından hangisini siz yazmış olmak isterdiniz?" diye, cevabı "between the bars."
...
beş yıl olmuş bugün, elliott smith öleli. iyi ki yaşadı...

Tuesday, October 14, 2008

British Sea Power














British Sea Power İstanbul'da..

"yok canım onlar da gelmezler herhalde" diyebileceğim grup sayısı her geçen gün azalıyor; büyüklerin gelmesine alıştık bi şekilde, ama nispeten kısıtlı bir hayran kitlesine sahip grupların da (hadi açık açık söyleyeyim, uzak memleketlerden küçük gruplar) son zamanlarda sıklıkla Türkiye'ye geliyor olması daha bi fantastik birşey, en azından benim için. The Automatic'ten The National'a, ne güzellikler gördük bu sayede.. gelelim konumuza..

British Sea Power'ın geliyor olması da bu minvalde mükemmel birşey - sadece hayranlarının selameti için değil; demokrasi ve insan haklarının gelişmesi için, Kafkaslarda istikrar için, Ortadoğu'da barış ve güvenlik için, uluslararası terörizmle kararlı mücadelede için, iklim değişikliğini kontrol altına alabilmek için, Afganistan'da halkı kazanabilmek için..

Yalan olmasın, geçen sene en çok The National için demiştim "keşke gelseler yaaa" diye, e geldiler.. Bu sene de British Sea Power için dedim durdum, bazen Çetin'e, çoğu kez içimden, en çok da İngiltere öncesi Carrion ve Fear of Drowning dinlerken.. Hayaller kurdum, onlar sahnede olcaklar, ben de "oh little England, tonight i'll swim, from my favourite island shore, and how long has it been, since you've seen so beautifully" diye bağırıyo olucam sessiz sessiz, en önden, gözlerim kapalı..

Son albümlerini bi türlü tam sevemedim, gayet eli yüzü düzgün de bir albüm halbuki.. biraz fazla "büyük" görünmeye çalışmışlar gibi geldi belki de.. yine de yılın en iyilerinden biri, ve ne de olsa British Sea Power'a has o güzelliklerden birden fazla barındırıyor içinde..

8 Kasım'da Studio Live'dayım.. alt grup da Sakin, pek güzel.. Çetin'e buradan tekrar hürmetler, zira bana konseri ilk haber veren oydu; boğucu bir iş gününün ortasında telefonuma bakıp da muhtemelen saatler önce gönderilmiş o mesajı okumam günümü kurtardı, karşı odadan bana bakan daire başkanıma aldırmadan zıplayıverdim odamda..

Friday, October 10, 2008

filmekimi '08

istanbul'da sonbahara dair en şık şeylerden birisi filmekimi. kışın ifistanbul, baharda istanbul film festivali var, işte onlara kadar güzel bir haftalık mola. elbette öğrenciyken bütün gündüz seanslarını sömürmek, biraz daha büyümüşken de işten kaytarıp bir iki filmlik kaçamak yapmak harikaydı ama bu yıl işler daha da zor olacak gibi. sadece gala filmlerine 15'er kağıt da sayamayacağım için bu yıl beş filme indirebildim seçkimi, bir tanesi de şimdiden kırpıldı bile.
...
thomas vinterberg'in "eve dönüş"ü, abel ferrara baba'nın "chelsea'de rock"ı, dardenne biraderler'in "lorna'nın sessizliği" ve kuzey'deki dostumuz bent hamer'in "o'horten"ına gidiyorum. wenders'e bilet bitmişti, winterbottom'a saat uymadı, meirelles'in julianne moore'lu filmi ise gala uygulamasına kurban gitti. ki duk, miyazaki falan da yukarıdaki sebeplerle kırpıldılar.
...
bir ucundan tutan herkese iyi seyirler. yukarıdaki foto mu? o woody allen'ın "vicky cristina barcelona"sından, ya vizyonda, ya da internette yakalayacağız, ama olsun festival'in highlight'ı olur kendisi.

Thursday, October 9, 2008

phonem

ne güzel organizasyondur şu phonem. harika bir lali puna ve gereksiz bir four tet performansı izletmişlerdi ilk sene. bir de huşu içinde izlediğimiz bir pan sonic konseri ekleyin. sonra harika bir the notwist gecesi aklımda. hemen ardından da peaches gelmişti ki, kendisiyle geyik bir röportaj yapmış olmama rağmen tanık olduğum en saçma sapan performanslardan birisi olmaktan kurtulamamıştı! unkle'ın dj seti de keyifliydi. geçen seneki devendra banhart ve gang of four'u neden ve nasıl kaçırdım hala bilmiyorum. ama mogwai! deliceydi.
...
bu sene ise konukların başını çeken grup british sea power! norveçli pop bebeği annie'yi izlemek de nefis olacak. güzel elektronik keşifler de yapılabilir, vakit el verdiğince paralel yan etkinliklere de kafa uzatılabilir...

"don't get bushwhacked!"

fotodaki adamlardan sağdaki, "ünlülerin kilimcisi" hakan evin'miş, soldaki ise peter buck. kapalıçarşı'dan iki kilim almış buck, 21 bin dolar para saymış. ama dükkanın eski müşterilerinden birisini duvarda görmek canını sıkmış bizimkinin. "bu adamın ne işi var burada? niye astın ki bu resmi? insanları severim, hayvanları da, doğayı da, ama bu resimdeki adamı sevmem," demiş. "şükürler olsun ki artık gidiyor."
...
tahmin etmiş olabileceğiniz gibi buck'ta bu duyguları uyandıran kişi, 2004'te geldiği istanbul'dan kilimsiz dönmeyen george w. bush.

Tuesday, October 7, 2008

R.E.M. #14: Accelerate


"up"ı da, "reveal"ı da sevmiş olabiliriz, "around the sun"dan bile keyif alan olmuştur belki, ama r.e.m.'in yavaş yavaş heyecanını yitiren bir grup gibi görünmeye başlamasıydı bizi bitiren. "up" çıktığında "new adventures in hi-fi"dan ayırmadan sevmiştik, en azından o kadar "dolu" ve "iyi"ydi. "reveal" deneyseldi, kimilerinin iddia ettiği gibi "bir şeye dönüş" albümü değildi. samimi bir arayıştı ve işin doğrusu amacında da belli ölçüde başarılıydı. ama "around the sun" beklendiği gibi çıkmayınca bill berry sonrası bütün albümler kaka oldu.
...
"up" fazla ağır tempolu ve uzundu.
"reveal" fazla deneysel ve eklektikti.
"around the sun"ın şarkıları yeterince vurucu değildi, albüm temposuzdu ve en kötüsü, ruhsuzdu.
...
bir grup terapiye ihtiyaç vardı. buck, hızla girip kaydedip çıkma derdindeydi. albüm yaparken uzun süreler harcamak için bastıran stipe da kısa zamanda, baskı altında daha iyi yazdığını hatırlamıştı. mills, eskisi gibi bazı yeni şarkıları sahnede çalarak test etmeyi önermişti. grup yeniden enerjisini bulmuştu. sahnede hiç olmadıkları kadar iyi, kayıtlarda hiç olmadıkları kadar tutuk oldukları bir dönem yaşamışlardı, ama bitmişti. genelde evlilik terapisi gibi şeyler daha feci sorunlar da doğurabilir, ama bu sefer işe yaramıştı her şey, "accelerate" r.e.m.'in geri dönüşüydü, önceki üç albümde olamayan pek çok şeyin şaha kalkışıydı. yüksek tempolu, az sayıda molası olan, deneylere girişmeyen, kısa süreli ve bir patlama halinde olup bitiveren, vurucu şarkılardan oluşuyordu.
...
"around the sun"da bush öfkesi bekleyerek hayal kırıklığına uğramıştık. halbuki o, 11 eylül sonrası acıyı yansıtmak için yapmaları gereken albümdü. "accelerate"te ise gerçek bir sinir dışa vuruluşu var. bir yanıyla fırtına gibi dört şarkıyla başladığı için "lifes rich pageant"ı çağrıştırmıyor değil, ama burada başka bir olgunluk var. örneğin "mr. richards" gibi bir şarkı "monster"ı yaşamamış bir r.e.m.'den çıkmaz. "hollow man" ile "supernatural superserious"taki sertlik içindeki naiflik de r.e.m.'in yıllar içinde yakaladığı bir tecrübenin ürünü.
...
sanki "new adventures in hi-fi" arkasından o üç albüm hiç gelmemiş, burdan devam edilmiş gibi. ama bunu grup elemanlarına söylemeyin, çünkü onlar bunu "eski albümlerin ruhuna dönmeye çalışmışsınız" olarak algılar, kızarlar. çünkü bu r.e.m.'in 2008 yılındaki hali onlara göre. ve bu hal de fena halde güzel.

Saturday, October 4, 2008

R.E.M. #13: Around The Sun


işte r.e.m. katalogunun çirkin ördek yavrusu. evet, düşük tempolu, ve oldukça ruhsuz geliyor bu albüm, ama gelin isterseniz bu sefer vurmayalım bu albüme. 2004'te springsteen ve pearl jam'in de aralarında olduğu bir grupla vote for change turnesinde çalmışlardı. seçimlerden kısa süre önce çıkmıştı "around the sun," sanki bush'un yeniden seçilmesinin hayal kırıklığını betimlesin diye yazılmıştı.
...
ama iyi tarafından bakalım, "electron blue" stipe'ın favori şarkılarından birisi. "aftermath" ve "wanderlust" güzel şarkılar. ve, hmm, bu kadar galiba.
...
albümün hazırlıkları sırasında bir best of çıkartmış ve turne için yollara düşmüştü grup. onlara göre bu, grubun odağını dağıttı. şarkılarda sorun olmadığını düşünüyorlardı, ama onları çok çalışarak kusursuzlaştıramamışlardı. odak sorunu olduğu muhakkak, her ne kadar şarkıların kalitesine katılmasam da. şanssız 13 diyelim en iyisi "around the sun"a...

Friday, October 3, 2008

R.E.M. #12: Reveal


"reveal"ın çıktığı ilk günlerde değil ama sonraki birkaç yıl içerisinde bu albüme karşı bir soğukluğum vardı. bu yazı için uzun zamandan sonra tekrar dinlediğimde ise şaşırtıcı şekilde içimde büyüdüğünü fark ettim. dahası bu albümü yıllardır dinlemediğim halde içindeki detaylara birçok r.e.m. işinden daha çok hakim olduğunu fark ettim. sanırım 2001 yılında en çok dinlediğim albüm buydu.
...
birçok r.e.m. albümüne göre çok daha kalabalık bir prodüksiyonu var "reveal"ın, ve aslında çok zengin ve güzel detaylarla dolu bir kayıt. sound'un altında bazı şarkıların yeterince iyi yazılmamış olduğunu fark etsek de harika şarkılar var burada. "the lifting" örneğin, r.e.m.'in en iyi 20 şarkısı arasına pekala girebilir. "she just wants to be" (ortasında elektriklense de) r.e.m.'in son dönemdeki iyi akustik ağırlıklı şarkılarından birisi. "beat a drum" gerçekten iyi yazılmış bir şarkı, "imitation of life" da yakın dönemin en başarılı r.e.m. single'ları arasında. "i'll take the rain" etkileyici bir ballad, "i've been high" ile "summer turns to high" da şık atmosferlere sahipler. sanırım öyle bir zaman için bu da yeterli.

R.E.M. #11: Up


1998 sonbaharı. bir yıl önce 17 yıllık davulcusu bill berry'yi kaybetmiş r.e.m. sadece davulcusuz kalmış bir grup değil, bir ayağını da kaybetmiş bir köpek durumundalar artık. ama biliyorlar ki "artık başka bir grup" r.e.m. ve mike mills'in dediği gibi "bu grup şarkı sözlerini kapağa da basabilir."
...
evet, herhalde stipe'ın gelmiş geçmiş en etkileyici lirik yazım performansını ortaya koyduğu albümün olmasının da etkisi var bunda. "daysleeper"da bir iş kadınını anlatıyor, gece vardiyasında çalıştığı için gündüzleri yaşayamayan, insanların çoğundan uzaklaşan, başağrısı, yalnızlık, yabancılık çeken bir kadının öyküsünü. "at my most beautiful" ise r.e.m. tarihinin en doğrudan aşk dizelerine sahip. "walk unafraid" cesaret verici dizeleriyle etkili, "hope" ise (stipe'ın cohen'den tırtıkladığı ikinci şarkı) bambaşka bir vaka. sanırım içindeki her bir dizenin tek tek çıkartılsa bile bu kadar etkili olacağı başka bir r.e.m. şarkısı yok, ki rock tarihinde eşinin de çok az olduğunu düşünüyorum.
...
"up" elektronik tarafın ağırlık göstermeye başladığı, ballad ağırlıklı bir albüm. "hope," "lotus" ve "walk unafraid" dışında tempo oldukça düşük, son ikisi dışında gitarlar da oldukça az. ama eşsiz bir grup ruhu var bu albümde. sürekli birbirlerinin enstrümanlarına el atıyor buck ve mills, davula geçtikleri de oluyor. stipe bile bir şarkıda gitar çalıyor.
...
evet, bazen biraz fazla yavaş geliyor, biraz daha kısalabilirmiş de denebilir, stipe böyle diyor en azından. ama "up" gerçekten iyi bir albüm. kişisel olarak da özel. zira bu albüm beni r.e.m.'e aşık eden albüm. tam anını bile hatırlıyorum, 1998 sonbaharında, bu albüm kulağımda yolda yürürken, "walk unafraid"in son nakaratında giren siren benzeri efekt anında. bu grubun her şeyi gerektiği kadar ve tam zamanında tam yerinde yapmasının sembolüydü o efekt benim için.
o yüzden "up" r.e.m. tarihinde eşsiz bir albüm olmamasına rağmen kişisel olarak ayrı bir yerde benim için. öyle de kalacak.

R.E.M. #10: New Adventures In Hi-Fi


r.e.m. "gerçek bir rock albümü" olarak tasarladığı "monster"dan pek de memnun kalmamıştı. daha sonra aylarını stüdyoda geçirmek yerine kendilerini tamamen serbest bıraktılar ve bir albüm kaydettiler. şarkıları yolda yazdılar, yolda düzenlediler ve yolda kaydettiler. tam anlamıyla bir "yol" albümü oldu "new adventures in hi-fi." (1996) içindeki derin ve çeşitli duygularla (sevgi, umut, korku, boşluk duygusu) yolda olma hissine de yakıştı.
...
ve neticede grubun en rock albümü de bu oldu. "the wake-up bomb"ından "bittersweet me"sine kadar sert şarkılar vardı, ama grup içindeki ruhtu aslında bu albümü en "rock'n'roll" r.e.m. albümü yapan. "e-bow the letter"da stipe idolü patti smith'le düet yaptı, muhtemelen de bu yüzden en sevdiği şarkılar arasında saydı bu şarkıyı hep. "leave" r.e.m.'in sürpriz hit'lerinden birisi oldu. grup tarihinin en uzun şarkısıydı, en gürültülülerden birisi de sayılırdı ama stipe'ın kırılgan ve duygulu vokalleri bu şarkıyı single olmamış gizli bir hazine haline getirdi.
...
albümün diğer cevherlerinden birisi "electrolite," ki stipe bu şarkıyı los angeles'ı tepeden gördüğü bir gece yazmış. bu yüzden konserlerde insanlara "telefonlarınızı havaya kaldırın" diyor, çünkü o ışıklar da gece ışıkları gibi görünüyormuş oradan. "be mine" biraz takıntılı bir aşığın hikayesiymiş ama ben hep naif bir aşk şarkısı olarak düşledim bunu, "i wanna be your christmas tree" bence yazılmış en güzel aşk dizelerinden birisi. r.e.m. konserlerinin kilit parçalarından birisi haline gelmiş "so fast so numb" da 2008 yılına kadar r.e.m.'in son en iyi sert şarkısı olarak kaldı.
...
"new adventures in hi-fi" çok güçlü ve özel bir albüm, birçok hayran ve eleştirmene göre de r.e.m.'in son başyapıtı. aslında hüzünlü bir kayıt değil, ama r.e.m.'in bir dörtlü olarak kaydettiği son albüm olduğu için bir döneme güzel ve ister istemez hüzünlü bir veda mektubu.

R.E.M. #9: Monster


1990'lar sonunda r.e.m. hayranları arasında yapılan her ankette en az sevilen albüm "monster" çıkardı. asla bu kadar başarısız bir iş değil bu halbuki. iki başyapıtın arkasından geldiği için kafaları karıştırmış olmalı, öte yandan bambaşka bir sound'a sahip olduğu için de. ama zaten bu albüm bu yüzden çok güzel.
...
tam bir peter buck albümü bu, her şarkıda pedallarıyla oynuyor, gitarından bambaşka tonlar alıyor ve hiçbir r.e.m. albümünde olmadığı kadar gitar solosu var. stipe'ın vokali birçok şarkıda yoğun efekt arkasından duyuluyor. belki bazı şarkılar eski r.e.m. kafasıyla kaydedilseler çok da etkileyici olmayabilirler ama örneğin "what's the frequency, kenneth?," "i don't sleep, i dream," "crush with eyeliner" bu düzenlemelerle nefis tınlıyorlar. ikincisinde thurston moore'un back vokallerinin bulunması da manidar. r.e.m.'in en sonic youth albümü bu çünkü.
...
ayrıca albümün ikinci yarısı tüm r.e.m. kayıtları arasında en etkileyici olanlarından olmalı. "tongue" r.e.m.'in 90'larda yaptığı "tuhaf şarkı" ekolünden, nefis bir iş. stipe'ın falsetto vokali ve hammond birleşimi nefis. "bang and blame" grup tarihinin en başarılı single'larından birisi, "i took your name" hala konserlerde çalındığında tat veren bir parça. "let me in" ise albümün elması, ışıl ışıl parlıyor. kurt cobain anısına yazılmış olan şarkıda buck'ın kirli gitarları bir yağmur gibi yağıyor melodinin üzerine. "circus envy," "star 69"la birlikte albümün en zayıf şarkılarından, ama kapanıştaki "you" da nefis.
...
kim ne derse desin, r.e.m.'in en keyifli albümlerinden birisi "monster." bazı şarkılar konserlerde çalındığında da hala büyük tat veriyorlar. konser demirbaşı "what's the frequency, kenneth?" da değil sadece, farklı bir versiyonda çalınan "let me in" örneğin. hepsini geçelim, bir gömleğin rengini tanımlamak için "violent green" öbeğinin kullanıldığı bir şarkının olduğu albüm, sevilmez mi?

Thursday, October 2, 2008

R.E.M. #8: Automatic For The People


bir alternatif rock grubu 10 milyon albüm sattıktan sonra yolunu kaybedebilirdi. eğer o grup r.e.m. olmasaydı. yıldızlık kapıyı çaldıktan sonra ortaya çıkardıkları iş ne kimilerinin yaptığı gibi "star olmanın perde arkası" geyikleri hakkında, ne de daha çok para kazanmak için piyasaya oynayan şarkılarla dolu. ama gelin görün ki r.e.m.'in kötü şarkı yapma yeteneği o kadar kısıtlı ki, ölüm, mutsuzluk, keder dolu depresif şarkıları, bir de zamanının trendi olan gürültülü şarkılara göre o kadar eski bir hissiyatla kaydedilmişken bile hit olabiliyorlar. "everybody hurts," "drive," "nightswimming" gibi örneğin.
...
stipe'ın gözlemciliği ve detaycılığı burada göz alıcı bir öyküleme yeteneğiyle birleşiyor. "try not to breathe"te artık ölümü kabullenmiş yaşlı bir adamı dinliyoruz. "nightswimming," adı üstünde, gece yüzmenin verdiği umarsızlığı dinleyiciye o dingin huzurun içinde veriliyor. "sweetness follows"ta da insanın hep unutmak istediği karanlıktaki bir duygu var, yakınlarını, aileni kaybetme korkusu. kendi adıma, en sevdiğim şarkılardan birisi, büyük ihtimalle beni en çok etkileyen r.e.m. işi ("country feedback" ve "fall on me" ile kutsal üçlüyü oluşturan şarkı). "vanilla sky"da tam doğru zamanda girip işi bitirişiyle de anımsayabilirsiniz.
...
"find the river"ın huzuru, "monty got a raw deal"ın albümü doğru zamanda yükselten tavrı, "man on the moon"un country havası, "star me kitten"ın soğuk tutkusu, nihai negatif rock şarkısı saydığım "drive"ın formülleri paramparça edişine rağmen dimdik ayakta kusursuzluğu, her anına sinmiş ruhu, tavrı, atmosferi, duygusu... "automatic for the people"ı anlatmak her zaman zor geliyor bana.
...
"ignoreland" ise bence bu albümün havasına uymayan bir şarkı. buck "geriye dönüp "ignoreland"i yeniden kaydetmek isterdim" diyor, stipe ise nefis bir iş olduğunu düşünüyor. 2008 yılında yeniden konser setlistine dahil edilmesinin sebebi sözlerinin işaret ettiği politik tavır mı, yoksa "accelerate" şarkılarıyla iyi gidecek olan enerjisi mi bilemiyorum. ama canlı duyduğumda daha iyi geldiğini de eklemeliyim.
...
albümün kahramanı tabii ki kendilerini kaybetmeyip iyi bir albüm yaratmanın en zor olduğu, birçoklarının baskıdan doğru düzgün iş yapamayacağı bir zamanda, üstelik sadece bir yıl içerisinde kariyerlerinin en iyi işiyle çıkagelen berry, buck, mills ve stipe'ta. ama tüm albümü his dolu orkestrasyonlarla bezeyen led zep basçısı john paul jones'a da şapka çıkartmak boynumuzun borcu.
...
tıpkı "out of time"da olduğu gibi bu albüm çıktıktan da sonra turne yapmamıştı r.e.m. "o günlerde bol bol içiyordum, otellerde yaşıyordum, bir ara meksika'ya gidip orada kaldım," diyor buck. "sonra bir ingiliz dergisi geldi, bizi yılın grubu ilan etti. hiçbir şey yapmadan nasıl yılın grubu olunur diye düşünmüştüm." tüm zamanların en iyi albümlerinden birisini yapmasalardı biz de böyle düşünebilirdik.

R.E.M. #7: Out Of Time

1991 "nevermind"ın, "smells like teen spirit"in yılıdır. amerika'da 80'ler boyunca kaynayan alternatif hareketin patladığı yıldır. bunu kabul ediyorsak nirvana kadar r.e.m.'in yer üstüne çıkışının da bunda pay sahibi olduğunun hakkı teslim edilmeli.

amerika'da dört milyon, dünya çapında ise 10 milyondan fazla satmıştı "out of time." tabii ki "losing my religion"ın inanılmaz başarısıyla. ama grubun "davayı sattıkları" eleştirisine cevaplarına her zaman hak verdim. nakaratsız, ana enstrümanı mandolin olan bir şarkı bu, öncesinde hit olacağını tahmin eden çok kişiye rastlayamazdınız. grup bu şarkının single olarak çıkması için warner'ı ikna etmek zorunda kalmıştı zaten. haklı çıkan r.e.m. oldu ve tuhaf bir şekilde insanı yakalayan bu şarkı yerini buldu, tüm zamanların en büyük şarkılarından birisi olarak.
"out of time"ın devamında da r.e.m. için yenilikler vardır. krs one "radio song"da, b-52's vokalisti kate pierson da üç şarkıda vokaldedir. mike mills'in "near wild heaven" ve "texarkana"daki vokalleri de harikadır, ve zaten sanki bu albüm mills'in albümüdür, vokal katkısı bir daha hiç bu albümdeki kadar çok olmamıştır. bu şarkılar hem orkestra düzenlemeleri, hem de folk pop havalarıyla albümün aydınlık yüzünü oluştururlar. grubun üvey evladı "shiny happy people" da katılabilir bunlara, ama artık peter buck dışında hiçbirisinin bu şarkıya sahip çıkmadığını da eklemek gerek.
melodik ve aydınlık anlar kadar karanlık noktalar da vardır albümde: "low" örneğin, tüm r.e.m. katalogunun en kara şarkılarından birisi, "aşkla ilgili kısmı geçiyorum, çok sığ geliyor" diyen nakaratı ve büyük ölçüde mute akorlarla ilerleyen verse'leriyle. "belong" iki yönü birleştirir kendine, hem kederli, hem de neşelidir şarkı.
ama albümün pırlantası "country feedback," benim favori r.e.m. şarkılarım arasında ilk üçü zorlar büyük ihtimalle. ne güzel ki, michael stipe için de bu şarkı bir numaradadır. stipe'ın sözleri ve vokalleri iç parçalar, buck'ın da bu kadar derin ve içe işleyen cümleler çaldığını her zaman göremezsiniz.

Wednesday, October 1, 2008

R.E.M. #6: Green

"green," r.e.m.'in stadyum rock albümü. birçok şeyin başlangıcı, bir şeylerin de sonunu işaret eden albüm aslında. artık o küçük indie grubu değildir, iki milyon satan bir "büyük grup"tur. konser salonları ufak tefek değildir, kocaman arenalarda uzun uzun çalarlar (bkz: "tourfilm"). belki de en önemlisi, artık warner'a bağlı bir ekiptirler. ve bu da onların scott litt'le birlikte çalıştıkları ilk albümdür.
...
şarkılar iyice büyümüş durumda "green"de, hepsi eşlik edilesi. bill berry'nin davulları grubun standardına göre oldukça sert, nedense berry'nin en sevdiği r.e.m. albümünün de bu olduğunu düşünmüşümdür hep.
...
"pop song 89"la açılıyor albüm, bir rock grubuna yüklenen sorumluluklarla dalga geçen bir şarkı olarak okumalı "havadan mı bahsedelim? hükümetten mi konuşalım?" sözlerini. "get up" bir türlü uyanmak bilmeyen mike mills'ten hareket ediyor, ama "rüyalar hayatımı zorlaştırıyorlar" gibi bir stipe harikasıyla daha başka bir yerlerde bitiyor. "orange crush"ın ne anlattığını peter buck 20 yıldır anlamamış, ama hiç de sorup büyüsünü kaçırmak istememiş. yine de stipe ona gerçeği söyler miydi bilmiyorum, zira o da "turn you inside-out"un neyle ilgili olduğunu bilmiyormuş.
...
yine de bana kalırsa stipe'ın bir şarkı sözü yazarı olarak olgunlaşmakta olduğunun, muğlak ifadelerden daha büyük cümlelere geçişinin kilit albümlerinden birisidir "green." "world leader pretend" mesela, adamımız burada siyasi terimleri kişisel bir şarkıya uyarlıyor, ve bunu leonard cohen'den arakladığını söylüyor (kariyerinde cohen'den tırtıkladığı ikinci şarkı da "hope"). bu şarkıyı öyle önemsiyor ki stipe, r.e.m. tarihinde sözleri kapağa basılan ilk şarkı oluyor. "bu benim hatam, bırak da onu doğru düzgün yapayım" diyor mesela stipe, en iyi işlerinden birisi. "you are the everything" de birkaç düzeyde okuması yapılabilecek bir "sevgi" şarkısı.
...
sadece stipe'ın değil, tüm grubun anlaşılmaktan korkmadığı bir albüm "green." ama altını çizmek gerekli, sadece "orange crush," (bu şarkıda mills'in "over me" geri vokalleriyle michael'ın "overseas"inin üst üste binmesi de tam r.e.m. gibi detayları seven bir grubun işi) "get up," "stand," ve diğerleri gibi hitlerin yer aldığı bir albüm değil "green." matematiksel bir dağılımla r.e.m.'in folk yanını ortaya koyan şarkılar da yer bulmuşlar kendilerine. buck'ın yeni bulduğu sevdası mandolinli, americana şarkıları bunlar: iki rock şarkısı, bir folk. mesela "pop song 89" ve "get up" üstüne "you are the everything." r.e.m.'in bayıldığımız bir yanını daha koyuyor ortaya bu şarkı: çok yönlülük! bill berry bas gitara geçiyor, mike mills akordiyonu alıyor eline, buck mandolinini çalıyor.
...
bu folk şarkıları ve mandolin katkısı bir sonraki albümde işlerine yarayacak. stadyum rock işi de "monster"da. bir dönemi kapatan ve bir yenisini açan albüm olarak niteledik ama galiba bütün r.e.m. albümleri gibi bir "geçiş" albümü aslında bu. hem yine r.e.m.'likleri üstünde, arka kapakta şarkılar sıralanırken "stand"in yanında 4 yerine "R." yazar, kimi fan'lar burada freud'cu okumalar bile yaparlar (ciddiyim!) ama kimilerine göre basit bir yazım hatasıdır, çünkü 4 ve R klavyede üst üste duruyordur.