Sunday, November 23, 2008

annie hall - aşk çok zayıf bir kelime

blog'u bir günlük gibi gösterme ihtimali var ama bir rüyamı paylaşmak zorundayım. çalıştığım gazetenin genel yayın yönetmeni bizi bir odaya toplamış, favori filmlerimizi soruyor. sıra bana gelirken ilk etapta aklıma "eternal sunshine of the spotless mind" geliyor, (gerçek dünyada bu soruya "pulp fiction" cevabını vermişliğim çoğunluktadır) sonra "annie hall"da karar kılıyorum. sıra tam bana geldiğinde patron beni atlıyor ve sonraki kişiden devam ediyor. bu rüyanın barındırdığı güvensizlik ve dışlanma hissini farketmek için freud olmaya gerek yok ama uyandığımda o kadar kötü hissetmiyordum. "annie hall"u bir kez daha izlemek için bir bahaneydi sadece.
...
bu hafta sonu boyunca "annie hall"u iki defa izledim. bu filme karşı hissettiğim şey alvy'nin annie'ye hissettiğinden az değil: "Love is too weak a word for what I feel - I luuurve you, you know, I loave you, I luff you, two F's!" onlarca defa izledim bu filmi son üç-dört yılda, ve bazı geceler sadece sesini duyarak rüyalara dalmak için yatmadan önce açışlarımı saymıyorum bile.
...
neden bu kadar çok seviyorum bu filmi? aşk filmini yeniden tanımladığı için mi, romantik komedinin kurallarını yazdığı için mi? fena halde komik olduğu için mi, çok değerli gözlemler yaptığı için mi (blender dergisi shy girls dabbling in photography and bookish boys dabbling in shy girls gözlemini "annie hall"suz yapamazdı)? yoksa biçim olarak benim gördüğüm en usta, en stilize yönetmenlik gösterilerinden birisi olduğu için mi? hepsi.
...
"eternal sunshine of the spotless mind"dan "when harry met sally"ye kadar onlarca güzel aşk filmi "annie hall"a çok şey borçlular (clementine kruczynski annie'siz var olabilir miydi?). erkekler de woody allen'a çok şey borçlu: modern çağlarda oyunun kurallarının değişimini, kendilerinin güçlü kadın karşısında kaybetmeye her zaman mahkum olduklarını, kadınların öğrenme ve kendilerini yenileme kabiliyetleri karşısında daima çaresiz kalacaklarını bu kadar iyi anlatamazdı kimse.
...
nefis sahneleri saymaya başlasam tüm filmi anlatmam gerekir. güzel diyalogların altını çizsem filmin senaryosunu delik deşik etmeden duramam. yine de bu filmi ne kadar sevdiğimi, dahası neden sevdiğimi anlatamıyorum galiba. önemi var mı, ondan da emin değilim.
...
ekran bölmelerinden animasyon geçişine, flashback'teki devrimci yorumlarından sinemayı sahne sanatlarıyla delicesine buluşturan, izleyiciye konuşmasından marshall mcluhan'ı filme çağırmasına kadar onlarca yönetmenlik harikasına gireyim mi peki? neyse, bırakalım.

sana bayılıyorum woody. senin dünyanda, new york'unda, fena halde nefret ettiğin, tek boyutlu insanlarıyla dalga geçmeye bayıldığın los angeles'ında kaybolmaya aşığım.
...
serbest vezinde yazdığın bu nükteli aşk şiiri ise sinemaya gelmiş en güzel şey belki de.

No comments:

Post a Comment