Saturday, April 11, 2009

28. istanbul film festivali günlüğü (iki)

* sondan başlayayım sıcağı sıcağına: "kulübe" (the cottage) harika bir korku-komedi filmi. ecnebi diliyle ifade edersem de: black comedy meets gory horror at its bloody best! elbette başyapıt falan değil, ama kan görmekle arası kötü olmayanlar için, korku filmlerinde gülmeyi sevenler için nefis. işin tuhafı ben korku janrında, özellikle de kendisini ciddiye almayan korkuda çok varmışım yahu. "all the boys love mandy lane" sağolsun, 26 yaşımda keşfettim bunu. şimdi ablam cumartesi geceleri star'da freddy'leri izlerken yorgan altına gizlendiğim gecelere acıyorum (roger abart).

* bugün bir film daha yakmanın ucuna geldim, direğinden döndüm. kabul ediyorum, bu, artık benim bu festivale yeterince iyi hazırlanmadığımın göstergesi. sabah evden çıkarken akşamki iki filmin biletlerini evde bırakacaksınız, işten geç çıkacaksınız, bir sonraki servisi de kaçıracaksınız ve cüzdanınızı evde unuttuğunuzu ondan sonra fark edeceksiniz. yine de festivalci şansı diyelim, "vurun kahpeye"ye son anda (taksi + festival deparı) yetiştim. ama burada bir festivalci tecrübesinin altını çizmeliyim. gösterimden önce uzun sunumlar olacağını tahmin etmeseydim saat 9.30'a birkaç dakika kalmışken evden hiç çıkmazdım herhalde.

* "vurun kahpeye" özelinden yola çıkarak şunu söylemek lazım, özellikle türk sinemasının eski örneklerini izlerken filmin yapım şartlarını akıldan çıkartmamak gerekiyor. 60 yıl önce yapılmış bir filmde artık bize klişe veya olmamış gelecek onlarca detay çıkabilir, özellikle oyunculuklar veya kurguda "vurun kahpeye"nin böyle sorunları olduğu aşikardı. ama bazı unsurlar dışında filmin genelinin zamana karşı iyi direndiği de ortadaydı. izleyicimiz bazı sahnelerde gereğinden fazla güldü gibime geldi o açıdan, arada mustafa kemal'in göründüğü sahnede alkışlamak ve finaldeki istiklal marşı çaldığında ayağa kalkmak gibi cheesy hareketlere de imza attılar. ama filmin son 15 dakikası en ciddiye almaz seyirciyi bile etkileyecek, benim gibi bir insana bile vatana dair bir şeyler hissettirecek kadar güçlüydü. ve 1949 zamanında önemli feminist bir söylemle hareket edip, geçtiğimiz haftalarda (israilli bir gizli servis üyesinin söylediklerinden hareketle) kopan bir tartışmaya ucundan dahil edilebilecek kadar da sağlam bir görüş sahibiydi. müzik kullanımı ve jeneriği de harikaydı. hasta yatağındaki ömer lütfü akad, izmit'ten kalkıp gelmiş sezer sezin ve halide edip adıvar başta olmak üzere tüm ekibe saygılar. filmi restore edenlere de.

* hafta sonu büyük maratona hazırım. cumartesi 1'den pazar 9'a kadar geçecek olan 32 saatlik sürede 8 film izleyeceğim. yorucu göründüğü kesin ama that's what festivals are for!

1 comment:

  1. festival günlüklerinizi bizimle paylaşabilirsiniz..
    biz de okuyucularımızla..
    http://sigarayaniklari.blogspot.com/2009/04/happiest-days-of-our-lives.html

    Konuk yazar da kabul etmekteyiz:)
    http://sigarayaniklari.blogspot.com/2009/03/neyin-var-anlatacak.html

    ReplyDelete