Tuesday, February 9, 2010

Atlas Vazgeçti/Atlas Shrugged


Dünyada milyonlarca satan, Amerika’da 50 senedir hala en çok satanlarda olan bir kitap. Pek çok insanı etkilemiştir, ama Amerikalılar için çok daha fazla şey ifade ettiği kesin. Türkiye’de de birden herkes bu kitabı okur, konuşur oldu. Meğerse tıpkı Yüzüklerin Efendisi kitabının memlekette filmiyle meşhur olması gibi bu 50 senelik kitabın da filmi gelecekmiş yakında o yüzden ülkemizde yeniden keşfedilmiş. Eh ben de keşfe daldım.

Kitapla ilgili “felsefi” ve felsefe” kelimelerini kullanılmış olabilir. Bence her fikir bir “felsefe” olmayacağı gibi, kapitalizm bir felsefeyse eğer bu kitap onu yaratmadığı sadece kör savunmasını yaptığı için bir felsefe kitabı olduğunu iddia etmek sadece felsefecilere yapılmış bir şaka olabilir.

Kitap 1500 sayfa kadar, 3 cilt ama kalınlığına kesinlikle bakılmaması gerek. Oldukça sürükleyici, başarılı bir hikaye yakalanmış öyle ki heyecanla, merakla ve kolaylıkla okunuyor. Ha hikaye bence inandırıcı, ve dolu bir hikaye değil ama bu sürükleyici hikayenin bir solukta, merakla okunmasına da engel değil.

Romanın başkahramanı Barbara Cartland romanlarından çıkmış gibi. Yazar genç kızken kurduğu hayalleri romana dökmüş: “şimdi çok güzel bir kız var, hem çok akıllı, hem çok zeki, herkes ona hayran, giydiği her şey de ona çok yakışıyor, tüm yakışıklılar da ona aşık”.

Bunun dışındaki karakterler ikiye ayrılıyor: iyiler ve kötüler. İyilerin çoğunluğu mühendis, maşallah hepsi çok yakışıklı, çok zengin, akıllı, çalışkan, taş gibi vücutları var. Bu sonuncusunu belirttim çünkü bu vücut betimlemeleri özellikle kitabın sonlarındaki bir karakter için artık bana Bir Demet Tiyatrodaki Feriştahın diri vücut fantezilerini hatırlattı. Bu yakışıklıların neredeyse hepsi ülkenin sanayicileri. Yani tıpkı bizim Sakıp Ağa, Vehbi Koç. Kötüler de pis yılışık tombul ya da hımbıl insanlar. İyiler Amerikayı yaratanlar, kötüler onu batıranlar. İyiler anlatanlar, kötüler anlamayıp sürekli “hıh?” diyenler. (bu hıh o kadar çok geçiyor ki orijinal metinde ne kullanılmış merak ediyorum). Bir de geri kalan var: halk, kamuoyu, kitapta onlar da aptal zaten, bir özellikleri de yok.



Kitaptaki ana fikre gelince. Kitap kapitalizm dünyadan yok olursa ne oluru sorguluyor. Bu kitap yavaş yavaş dönüştüğümüz ve pek öykünülen Amerikan sistemini ve Amerikalı insanların bakış açısını anlamanız açısından bir anahtar. Obama’nın getirmeye çalıştığı sosyal sağlık sistemine neden bu insanların karşı olduğunu, hatta “sosyal” kelimesini içeren her şeyden öcü görmüş gibi korkup, neden karşı olunduğunu anlamak için bir fırsat. Bu kitap işte onların bakış açısını yansıtıyor.

Kitap açıkça Devlet’in görevinin sadece savunma ve adalet olduğunu diğer her şeyden elini çekmesi gerektiğini söylüyor. Kitaptaki sistem özellikle inanç kavramına, sosyal sağlık hizmetlerine, bedava eğitim, konut haklarına kısacası sosyal devlet kavramına karşı:“Dünyaya gelmiş herkesin hiç çalışmadan yaşama hakkı olduğunu söylüyorlar, her insanın asgari geçime hakkı olduğunu, yiyeceğini giyeceğini, barınağını vermek gerektiğini söylüyorlar”.

Kitap zaten sadece bir fikri savunuyor: çalışmayana ekmek yok, çalışmıyorsan tembelsindir, bu senin sorunundur ve ölebilirsin. Yazar 1500 sayfa bu aynı fikri anlatmaktan usanmayıp kitabın sonlarına doğru okurlar anlamamıştır ben bir daha söyleyeyim diyerek 60 sayfa bu fikri John Galt'ın ağzından tekrar ve tekrar monolog halinde sunuyor. Bizden uyarması.

Son bir not, kitabı okurken Micheal Moore’un özellikle Sicko ve Kapitalizm Bir Aşk Hikayesi filmlerini sıkça andım ve oldukça eğlendim. Kitapta “kötülüklerin anası ve felaketin başlangıcı” olan bir fabrika işletim sistemi Moore tarafından “dahiyane” bir fikir olarak son belgeselinde sunuluyor. Bu kitabın eğlenceli antitezi ve eleştirisi için bu filmlere bakabilirsiniz.

Zaten bu kadar ünlü bu kitabın filminin tutacağına ben yüzde yüz eminim. Birinci bol cinsellik, macera, heyecan, Hollywood’un bayıldığı yakışıklı, güzel iyiler-çirkin kötüler, dünyanın sonu, felaketler, dramlar ve bol bol Amerikan idealleri var. Şimdiden yapımcılara hayırlı kazançlar seyircilere de iyi seyirler dileyelim.
Herkesin bayıldığı, İncil’den sonra en çok okunan kitap olduğu iddia edilen bu kitabı bir tek ben sevemedim sanırım. Okuyun kararı kendiniz verin.

Please keep me in mind..


Ne olursa olsun, ne kadar mutlu olursak olalım, kiminle birlikte olursak olalım, her daim bir Smiths şarkısı bizimle beraber olacak.. belki de kalbur üstü bir morrissey parçası.. bu adam peşimizi bırakmayacak sanırım..

"I know it's over" mesela, sadece bir mutsuzluk, depresyon şarkısı mıdır? Daha biraz önce tüm benliğimle, damarlarımdan akan her damla kanla hissederek dinlemişken bu şarkıyı, nasıl söyleyebilirim ki böyle bir şeyi?

"there's light that never goes out".. kim bilir neler geçiyordu morrissey'in aklından o şarkıyı yazarken.. çok mu önemli? gay mi, aseksüel mi yoksa? ya da sadece özgür olmak isteyen, bunu gerçekten hissetmek isteyen biri mi o? dinliyorum, söylüyorum bağırarak, başka hiçbir şeyden almadığım kadar enerji alıyorum bu şarkıdan..

"Still ill".. hastalıklıyım evet.. hastayım hatta.. 1984 yılında hem de, daha fazla değil.. hayır, iki yaşında değildim, 22 yaşındaydım, belki de 20, ya da 18.. 62 miydi yoksa? demir köprünün altında, işe gitmek zorundayken ertesi gün..

bazı kızlar diğer kızlardan daha mı büyük, ya da anneleri? tedirgin bir kız, utangaç bir erkeği toparlayabilir mi? aşktan bahsetme bana en iyisi! sana hiçbir şey borçlu değilim çünkü..

well i wonder..

Tuesday, February 2, 2010

Peter Bjorn & John..


Bugün işte Radyo Eksen'in internet sitesinde okudum haberi, bu akşam Babylon'da sahne alacakmış Peter Bjorn & John.. En sevdiğim gruplardan biri değildir, ama özellikle Writer's Block'u çok beğenmiştim..

Belki zamanında duysaydım da gitmeyecektim bu konsere, ama mesele o değil.. İki yıl önce olsa aylar öncesinden alacağım bu haberi son dakikada şans eseri görmüş olmam asıl sorun.. Ankara'yı pek sevmesem de yaptığım işi seviyorum, ama beni eski yaşantımdan bu kadar acımasızca uzaklaştırmasından nefret ediyorum.. Belki daha fazla çaba sarfetmem gerekiyordur, kim bilir.. Belki de böyle böyle değişiyordur insanların hayatları, zevkleri, beğenileri.. kendileri farkında bile olmadan..

Neyse, konsere gidenler güzel bi akşam geçiriyorlardır herhalde.. Objects of My Affection'ı benim için de söyleseler keşke, hep bir ağızdan..