Thursday, June 17, 2010

Bafana Bafana!


seversiniz sevmezsiniz bilmem de, burada birkaç gün bile geçirseniz dünya kupasında kalbiniz güney afrika için atmaya başlar. en bayrak sallayan, yüzünü boyayan taraftar olmazsınız belki, ama onların coşkusuna ortak olursunuz. günler boyunca nasıl hevesle maçı beklediklerini, sokaklarda vuvuzela çalıp arabalarını bayraklarla bezemiş insanlar üzülmesin istersiniz. stadyuma geldikleri gibi mutlulukla dönsünler evlerine, "bafana bafana!" diye bağırsınlar, mutlu olsunlar dersiniz. dünkü güney afrika-uruguay maçında da hislerim bu yöndeydi. uruguay'ı yenebilecek güçte olmadıklarını biliyordum ama bu oyunda gücün bazen önemsizleştiğini de görmüştük, özellikle bir takımın galibiyete gerçekten "ihtiyaç" duyduğunda...

johannesburg'a bir saat uzaklıktaki "yürütme başkenti" pretoria'ya yine mauritius'lu meslektaşların arabasında gittim. maça kadar geçen saatler arasında kendi açımdan unutulmaz bir maradona tecrübesi yaşadım, malum. sonraki saatler medya merkezinde günün diğer maçlarını izleyerek geçti. en sonunda, maça bir saat kala sahaya inip seyircileri fotoğrafladım. aralarından geçerken bir kez daha ortak oldum heyecanlarına.

ama olmadı. olması pek kolay değildi, uruguay gibi güçlü ve maç alabilecek yıldızlara sahip bir takım karşısında. ama ilk maçtaki gibi sürpriz bir gol bulabilirler, momentumu lehlerine çevirebilirlerdi. olmadı. uruguay işi en baştan sıkı tuttu, forlan'la bir de gol bulup maçı aldı. son onbeş dakikada gelen penaltı ve kırmızı kart, güney afrika için işi iyice tatsızlaştırdı. "hem kırmızı kart hem de penaltı ağır karardı" diye düşünenler vardı ama iş işten öylesine geçmişti ki, 2-0'dan 11 kişiyle de dönecek kapasitesi ve zihinsel gücü yoktu güney afrika takımının. tribünlerinin de öyle...

maçtan sonraki basın toplantısında da, johannesburg'a döndükten sonra bindiğim takside de gördüm bunu: güney afrikalıların kalbi kırılmıştı. tıpkı bizdeki gibi (ve belki de dünyadaki tüm futbolseverlerin yaptığı şekilde) bir suçlu arıyorlardı. hakeme çatıyorlardı, ya da parreira'ya. kızgınlardı, hüznün ilacı öfkeydi. aşk acısında da böyleydi bu, takımın yenildiğinde yaşadığın kalp kırıklığında da...

gecenin sonunda sevinenler haklı olarak uruguaylılardı. bir evsahibine karşı alınmış en farklı galibiyetlerden birisinin keyfini yaşıyorlardı. maçtan sonra teknik direktör tabarez gururluydu. ama güney afrika'ya dair söyledikleriyle de kalbimi kazandı: "bu ülkede çok büyük bir futbol sevgisinin yanı sıra büyük bir saygı gördüm. rakibe karşı, milli marşları okunurken sessizliklerinde de, yenilgiyi kabullenişlerinde de saygıyı gördüm. bence bunu güney amerika'da da [çet'in notu: türkiye'de de!] görmeliyiz."

ben bu kupada kendimi takım tutuyor gibi hissetmiyorum. evet, ingiltere kazansın çok istiyorum, ama geçmiş yıllardaki kadar tutkulu değilim. ingiltere'ye hislerim eksildiğinden değil, burada, bu şenliği yaşayarak tüm dilek haklarımı kullandığımı düşünüyorum belki de. ama hala dilek hakkım varsa, güney afrika'nın fransa'yı yenmesini dileyebilir miyim?

No comments:

Post a Comment