Thursday, September 9, 2010

güzel bir gündü...

yıllar önce roll’da okuduğum (muhtemelen les inrocks ya da mojo kaynaklı) bir billy corgan röportajında şöyle bir şey diyordu kel kafalı smashing pumpkins vokalisti: “şu anda ben new york’ta ünlü ve önemsenen bir adamım ama türkiye’de, iran’da, hindistan’da hiçbir şeyim. orada da yollarda yürürken durdurulmak, müziğime ilgili tebrik almak isterim.” “bizi iran gibi görüyorlar” klişesinden öte, türkiye’nin nasıl bir gizem olduğuna dair iyi bir ipucuydu. u2’nun istanbul konserinde de bono ve ekibinin başka bir dünyaya geldiklerinin izlerini aldık. gelmeden önceki demeçlerinde “umarım orada müziğimizi dinleyenler vardır, hele müziğimizi radyoda duymak muhteşem olur” cümleleri, “istanbul’a gelmek adeta mitolojik bir tecrübe olacak” ifadesi bununla ilgiliydi. sözün özü, u2, istanbul’a gelmeyi gerçekten önemsedi. tepeden bakmadılar, bu ülkeyi, bu kültürü öğrenme, tanıma hevesiyle geçti tüm istanbul seyahatleri. konserin her anında belliydi bu niyet. örneğin geçen yıl izlediğim wembley konserinde grup kendi seyircisi önünde şov hevesindeki bir forvet gibiydi. quaresma seyircisinin önünde en klas stoplarını, en şık şutlarını yapar ya, aynen oydu. o seyirci onu istiyordu çünkü. istanbul konserinde ise bono belki bir adım geride durdu. bildik numaralar burada ters tepebilirdi. o yüzden bildiğini okuyup yuhalanma pahasına egemen bağış'tan bahsetmeye devam etmedi. bu yüzden her zaman sahneye çıkardığı kızı dudağından öpme geleneğine ara verdi!

bakın, bono'nun (daha sonra bu sayfada yer vereceğim) açık mektubunda yazdığı, "stadyum 'yiğidim aslanım'ın her kelimesine eşlik etti. bizim bu seviyede bir bağ kurmamıza çok olduğunu farkettim" cümlesi önemli. bu, hem tevazu, hem de bir tespit. zira biz batı değiliz, türkiye'yiz. en çok dinlediğimiz sanatçılar dünyanın herhangi bir yerinde olabileceği gibi, u2, lady gaga veya eminem değil. burada grup yorum stadyumu sold-out yapabilir, ama u2 ve metallica bile yapamaz. kötü olduğu için değil, ama durum bu. biz, ayrı bir dünyayız. özellikle avrupa için dünyanın geri kalanına açılan bir kapı olduğumuz için de burası önemli. bunu dile getirdiklerinde tipik batılı yalakalığı olarak görüyor birçok kişi, ama bono'nun ülkemize dair bilgisini de göz ardı etmemek lazım. bu adamlar türkiye bilmezken fehmi tosun ismini gündeme getirdi, birçok kişinin gözardı ettiği inan suver konusunu başbakana açtı. bu, türk entelektüeli için başlı başına bir utançken bunu gündeme getiren adamı tu kaka ilan etmek acı bir trajedi. adam, "köprüde yürümek istiyorum" dedi, trafikte kalanlar edebiyatı yaptık, wta istanbul cup için, avrupa-asya masa tenisi buluşmaları için, david coulthard’ın şovu için kapandığında kimsenin ağzını açmadığı köprü birden herkesin derdi oluverdi! köprünün önemini anlattı, yalakalık saydık, kuruçeşme'de konser veren nice ünlüler oraya "nehir" deme cehaletini gösterdiğinde umursamamıştık bile! (tespit için sevgili dostum erdem tatar'a teşekkürler)
...
zülfü livaneli'nin sahneye davet edilmesine de bu pencereden bakmak lazım. kimisi "bir gün önce tayyip erdoğan'ı gördükten sonra düşen puanlarını ters cenahtan birisini sahneye çıkararak yükseltmeye çalıştı" diyecek kadar komikleşti ama onları boşverin. bir kereliğine muhteşem liberalliğinize de mola verdirin. sevmiyor olabilirsiniz, son 20 yılda siyasi olarak dönüştüğü çizgiden memnuniyetsiz de olabilirsiniz ama orada bulunması gereken politik bir şarkıcı ismi düşünürseniz zülfü livaneli en ideal isimdir bana kalırsa. 1980'ler karanlığında çok kilit bir isimdir livaneli. kusursuz değildir, ben de eleştirmişimdir ama burası türkiye. elimizde bir neil young, bir billy bragg, bir bruce springsteen yok. tıpkı bir u2'muzun, bir r.e.m.'imizin, bir depeche mode'umuzun olmadığı gibi. bu müzik kültüründe zülfü livaneli önemli bir isimdir ve nefret de etseniz orada durduğunda çok büyük bir u2 hayranı olarak benim yüzümü kızartmayacak bir isimdi. arthur o'shaughnessy'den iki dizeyle u2'ya sıcak bir "hoşgeldiniz" yapacak kadar da zarif durdu sahnede. "yiğidim aslanım"ı korsan söylediğini iddia edecek kadar gözü kararmış solcular da mevcut aramızda, sanki u2'nun kendisinden izinsiz sahnesinde bir nota çalmak mümkün olabilirmiş, sanki the edge gitarını ferhat livaneli'ye elleriyle vermemiş gibi! "yiğidim aslanım" söylenirken bono'nun eli kalbinde dinlemesi, konser sonrasında da hayranlığını ifade etmiş olması sanırım böyle düşünenlere yeterli yanıttır. yine de müziğin evrenselliğine inanan birisinin, "mothers of the disappeared"la "yiğidim aslanım" arasındaki bir sigara içimlik mesafeyi böyle bir yanıta gerek duymaksızın anlaması gerekir aslında.
...
yine de konserin doruğu "yiğidim aslanım" değildi, her ne kadar eşsiz bir anı yarattıysa da. o dorukları dünyanın en güzel gitar riff'ine sahip "where the streets have no name," bir sonraki yüzyıla kalması garanti olan rock türküsü "i still haven't found what i'm looking for," 2000'lerdeki en parlak u2 şarkıları "beautiful day" ve "walk on," u2'nun ilk protesto zirvesi "sunday bloody sunday" ve hakkı yenmiş klasiklerden "new year's day" yarattı. bunlar hem aşkı, hem öfkeyi, hem kişiselliği, hem toplumsallığı, hem barışı, hem savaşı, dünü, bugünü ve yarını anlatan eşsiz şarkılar. dışarıdan bakanların asla görmediği, ama bir konserde farkına vardığı üzere, u2'nun gücü her zaman bu şarkılardır. o teknolojik delilik insanları konsere çeker, ama onlara muhteşem deneyimi yaşatan ışıklar veya sahne düzeni değil, dört adamın yarattığı büyüdür. u2'yu dünyanın en özel sahne gruplarından birisi yapan da budur zaten. zira vertigo tour'da 360° tour'un tam aksine sadece gitar-bas-davuldan mürekkep, u2 standartlarında minimal sayılabilecek bir set vardı ama yine de o turne de unutulmazlar arasındadır. 360° tour'un farkı, türkiye gibi bir ülkeyi u2 konusunda uyandırması oldu, hepsi bu. zira geçen yıl tepeden izlerken teknolojisine, uçuk fütürizmine vurulduğum konseri bu sefer sahada, en önlerden izlediğimde sadece dört kişinin yarattığı saf rock'n'roll büyüsüne kapıldım. etkisi daha bile çok oldu. üç gün geçti ama hala gözümü kapattığımda o uzay gemisinin altında olmak istiyorum, insanlar konuşuyorlar ama ben hala bono'yu duyuyorum. geri dönmeye direniyorum.
...
bu büyüyü yarattıkları için bu dört adama, yaklaşık 20 yıl önce olduğu gibi bugün de minnettarım. şafak ongan'ın dediği gibi türkiye'de kaotik bir atmosfere düştüklerinden onları yanlış yorumlayanlar oldu (ki u2, önyargılar konusunda zaten bereketli bir gruptur her daim ve her yerde) ama bence üç günlük tartışmaya sahnede noktayı koymasını bildiler. zira tüm politik boyutunun ötesinde u2'nun taviz vermediği tek alan müziktir. ne şovun, ne de politikanın müziği ezmesine izin vermez bu adamlar. onlar da bunu yaptılar. müziklerini çaldılar, rock'ın ne olduğunu bir kez daha hatırlatıp gittiler. onlardan yadigar binlerce anı ve şu mütevazı cümle kaldı geriye: "buradaki ilk gecemizde 50,000 kişi: bu hayal edebileceğimizden de fazlası."

1 comment:

  1. yazı her harfiyle güzel. bir kısmı hariç.
    "orada bulunması gereken politik bir şarkıcı ismi düşünürseniz zülfü livaneli en ideal isimdir bana kalırsa."

    tabiki en derinden anıların bağlandığı adamdır livaneli. belki medya gelişmeseydi en iyisi olacaktı. Ama onun "özgürlüğü" satışını, yıllardır en ufak bir cesaret gösterememesini, bono'nun yanında Fehmi Tosun ismini tekrar bile edemiycek duruma gelmesini kaldıramıyorum. sevmemek değil bu, daha farklı birşey.

    ReplyDelete