Tuesday, December 21, 2010

2010'un kahramanları

2010 da bitiyor, eğlencesiyle, dramasıyla, komedisiyle, trajedisiyle... 2008'de yaptığım gibi yılın kahramanlarını seçmek istedim, keyfe keder. sıralamaya, "bu neden yok"lara takılanlar olacaktır elbette, ama 2010'un hikayesinde bu listedekilerin tuttuğu yeri yok saymak imkansız. yılın son günlerine girerken geride kalan 360 günün en çok konuşulanları, konuşturanları, ya da daha fazla açıklamak gereksiz, kahramanları işte...

10- miley cyrus
hayır, akla ziyan dizisi, dandik müzik kariyeri ya da utanılası bir kariyere sahip bir babadan (billy ray cyrus) olup amerika'nın en popüler "çocuğu" olması değil mesele. 18 yaşına bastığı gün bong'dan kafayı dumanlarkenki resimlerinin internete düşmesi. kendisine ait olduğu sanılan çıplak resimlerinin ortalığa saçılması. hem aşırı ahlakçı geçinen uluslararası toplumun içindeki tuhaf iki yüzlülüğü gösteren net bir örnek, hem de çocukların sevgilisi bir kızın elde avuçta tutulmasının mümkün olmayacağını gösteren hoş bir rock'n'roll öykü. sevgilisinin kendisine oral seks yaparken fotoğrafları piyasaya düşen ke$ha, çıplak fotoğraflarını "yanlışlıkla sızdıran" paramore vokalisti hayley williams ve diğerleri: kendilerine çizilen role girmek istemeyip, o kabuktan nasıl sıyrılacağını bilecek derinliğe de sahip olmayan yeni nesil amerikalı star kızlar. miley cyrus nezdinde kahramanlaşıyorlar.

9- hakan bingül
bir anons yaptı ve hayatı değişti: 16 mayıs gecesi kendisine bir şekilde ulaşan "bursa'dan gol haberi"ni elindeki mikrofondan şükrü saracoğlu stadyumu'na duyurdu. birkaç dakika sonra nasıl olduysa staddaki 50.000 kişinin yanında tüm türkiye'deki milyonlarca fenerbahçeli halaylar çekmeye, timsah yürüyüşü yapmaya başlamıştı. ertesi gün kendisini gözaltında buldu bingül, işinden de kovuldu haliyle. staddakiler neyse de, televizyon karşısındakiler nasıl oldu da böyle yanıltılabildiler, onun cevabı hala meçhul.

8- mark zuckerberg
dünyanın en genç milyarderi olduğu, facebook'un % 1.6'sını 240 milyon dolara sattığı 2007 yılında da girebilirdi bu listelere. ancak sosyal medyanın zincirlerinden boşandığı yıl zuckerberg'ün yaptığı iş çok daha anlamlı geliyor. twitter'da akşam ne yemek yediğini yazmak, facebook'ta sevgili aramaktan çok daha öte, çok daha hayatsal bir şeye dönüşmekte sosyal medya, bu da tek başına bu çocuğun eseri değilse bile, temelde onun vizyonunun sonucu. "the social network"le onu bir amerikan ikonu olarak sunmaya meraklı olduğunu gösteren hollywood, "biyografisi oscar'a hak kazanmış en genç insan" ilan eder mi onu, bunu da göreceğiz!

7- pitchfork
kasım'ın son günlerinde kanye west'in yeni albümünün aldığı eleştirilerin nasıl olay yarattığını hatırlıyor musunuz? "pitchfork "my beautiful dark twisted fantasy"ye 10.0 vermiş!" şokunu yaşamıştık. "kanye 10.0 almış" değil, "pitchfork 10.0 vermiş"ti olay. 8 yıldır hiçbir yeni albüme verilmeyen tam not kanye'ye verilince olay oldu. burun kıvırırsınız, külyutmazlığına kızarsınız, elitist bulursunuz tamam, ama pitchfork'u ciddiye almak gerekiyor. artık kimsenin iplemediği zannedilen müzik yazarlığının saygınlığı konusunda hala biraz ümit varsa, 1995 yılında internette okuyacak iyi müzik yayını bulamadığı için işsiz bir genç (ryan schreiber) tarafından kurulan bu site, o ümidin ta kendisi.

6- kathryn bigelow
sadece cinsiyetinden dolayı "kadın duyarlılığı" filmi çekmesi beklenen hemcinslerinin aksine, "erkek gibi yönetmen" olarak bilinirdi, çelik gibi aksiyon filmleri çektiği için. erkekler dünyasını anlatırdı, hiçbir erkeğin beceremediği kadar incelikle hem de. "strange days"ten sonra filmlerinin arasına uzun süreler koymaya, yavaş yavaş a-listesinden düşmeye başladı. ama "the hurt locker"la gidişi bozdu. oscar alan ilk kadın yönetmen oldu, rakibinin eski kocası james cameron ve "avatar" denen sinema tarihinin en büyük yazarkasası olması ise zaferi biraz daha tatlı kıldı.

5- steve jobs
bu tip listelerin gediklisi olduğu kesin. tarihte görülmemiş bir marka bağımlılığına sebep oldukları ve "apple ne çıkarsa alacak kitle" yarattıkları da öyle. ama jobs bu sene ipad denen başka bir icatla yine teknoloji trendlerini belirledi. teknolojiyi sadece geek'lerin ilgilendiği bir şey olmaktan çıkaran adam, ipad'le medyanın ve edebiyatın da ilerlemesi gereken yeni yönü gösterdi. sadece bir teknoloji gurusu falan değil artık jobs, kitle iletişimi konusunda zamanın değişimini en iyi anlayan adam.

4- barcelona
şampiyonlar ligi'ni onlar kazanmadılar. bu yıl dünya kupası da oynandı hatta. ama futbolda barcelona kadar etki bırakan başka bir takım olmadı. tüm başarılarının, seyir zevkinin yanında üzerinde yıllarca uğraşılmış bir proje olmaları, hem yerel bir değer taşıması, hem de evrensel olarak "güzel" kavramının hakkını vermesi, oyuncuların milyon dolarlık yıldızlar değil, aralarında top oynayan çocuklar hissini vermesi... bunların hepsi, özellikle 29 kasım'daki 5-0'lık real madrid maçı, barcelona'yı son 5 yılın olduğu gibi 2010'un da futbol adına en parlak yapısı haline getiriyor. o 5-0'lık maç, muhtemelen bir futbol takımının gösterdiği en kusursuz oyundu. bunu ben değil, futbolla alakalı alakasız milyonlarca insan söylüyor. siz hiç bir futbol maçından günler sonra hala o performansın etkisinde kaldığınızı hatırlıyor musunuz? barcelona'yı izlemediyseniz hatırlamıyorsunuzdur.

3- julian assange
"devletleri açıyoruz" sloganıyla tarihte görülmemiş bir "sızdırma" harekatı başlattı wikileaks. önce afganistan, sonra da ırak savaşı'nın belgelerini ortalığa döküp baudrillard'ın savaşın bir simülasyon olduğu fikrini savaşın en kirli sayfalarını ortaya koyarak değiştirdiler. daha sonrası ise diplomasinin 11 eylül'ü olarak adlandırılan, tarihin en büyük kirli çamaşır operasyonu oldu. elde ettikleri 220.000 diplomatik yazışmanın bir kısmını açmaları dahi olay yarattı. bunun arkasındaki beyin, julian assange, wikileaks fikrinin daha "pazarlanabilir" olması adına öne çıktığını söyleyen, bilgece konuşan, karizmatik bir adam. birçoklarına göre hakkında apar topar çıkarılan tecavüz iddiaları ve tutuklama kararı muktedirler için ne kadar tehlikeli, dolayısıyla ne kadar haklı olduğunun kanıtı. "amerika'da hapse girersem öldürülürüm" diyen, "düşünceye sansür uygulamak fikrin hala tehlikeli olduğunun kanıtıdır" savıyla içimizi umut dolduran adam. kimilerince yüzbinlerce belge tekinsiz bir dağınıklık hissi yaratıyor olabilir, ama o kadar dosyayla ne yapması gerektiğini bilecek gazeteciler ve politik aktivistler sayesinde gerçekten bir şeyler değişebilir. o olursa, assange bu değişimin bir numaralı mimarı olarak kabul edilecek.

2- şilili madenciler
"yaşamak, sadece yaşamak, sessizce yaşamak, insanca yaşamak, inadına inadına inadına yaşamak!" altan erkekli'nin olağanüstü tek kişilik oyunu "inadına yaşamak"ı bilenler insanın kafasına çivi gibi çakılan o şarkıyı da hatırlarlar. o şarkının ilk kıtasını anımsatan "inadına" bir yaşam destanı yazıldı bu sene latin amerika'da. 69 gün yerin altında kalan, kendilerine uzatılan kablolar sayesinde maçlar izleyen, müzik dinleyen, yaşama tutunan 33 adamın sağ salim geri dönüşü, tüm dünyanın nefesini tutarak (gözyaşlarını ise tutamayarak) izlediği muhteşem bir hadiseydi. arjantinli/şilili yazar ariel dorfman'ın nefis açıkladığı gibi, dünyanın merkezinden adeta doğar gibi bir geri dönüştü o. ölüme meydan okuyuştu, yaşama övgüydü. 13 ekim 2010'da o madencilerin birçoğu yakınlarıyla sarıldıktan sonra "chile" diye tezahürat yapıyorlardı, kendilerini 69 gün boyunca yalnız bırakmayan ülkelerinin şerefine. tüm o yaşam destanının yanında bizim için kalp kırıcı bir detaydı o aslında. sahi, nasıl bir duygudur acaba yaşadığın ülkeyle gurur duyabilmek? "bizde olsaydı üç günde çıkarırdık" diyebilen, ama yer altındaki madencilerinin cesetlerine aylar sonra dahi ulaşamayan yöneticilerin var olduğu ülkede nasıl yaşayabilirdik ki bu gururu?

1- ahtapot paul
2010'un kahramanlarından julian assange'ın dünyayı bilgiye boğuşunun aksine sessizdi. (boyumu aşacak bir konu olduğundan listeye dahil etmediğim ama büyük saygı duyduğum) aung san suu kyi'nin esaretten kurtuluşunun aksine hep dev bir akvaryumun içindeydi. ve şilili madencilerin aksine yaşama tutunamadı, öldü. ama 2010, ahtapot paul'ün yılıydı. tüm gezegeni kendisine kitleyen dünya kupası boyunca sessiz ve bilgece maç sonuçlarını tahmin etti. kendisinden daha fazlasını isteyenleri bilgece reddetti. delicesine bir bilgi akışı içinde yaşıyoruz: bundan 100 yıl öncesinin bilgelerinin sahip olduğu birikim bugün 20 yaşındaki bir çocuğun bildiklerinden fazla değil. ama bu bilgilerin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış, ne kadarı işe yarar bilemiyoruz. tüm kafalardan ses çıkıyor, ama onların ne kadarı yalan, ne kadarı gerçek, çözemiyoruz. ahtapot paul, tüm bu gürültünün antitezi, bilginin ve bilgeliğin birleştiği noktanın nirvanasıydı. cevapları biliyor, sadece gerektiğini düşündüğünü bizle paylaşıyordu. 2012 sonumuz olacak mı? evrende hayat var mı? sonsuz yaşam mümkün mü? mutlu aşk var mı? belki de bunların da yanıtını verecekti paul, ama ömrü yetmedi. belki de gerek görmedi yanıtlamaya. maalesef bilemiyoruz. kendisi gibi bir başka yol gösteren gelene kadar da bilemeyeceğiz. huzur içinde yat ahtapot paul. yokluğunda gerçekten üşüyoruz.

2 comments: