Sunday, January 30, 2011

universiade erzurum 2011 (iki)

universiade perşembe günü resmen başladı ve cuma eve döndüm. açıkçası daha her şey yeni başlıyordu ve izlenecek çok spor, tanışılacak çok insan ve öğrenilecek çok şey varken uzaklaşmak biraz kötü oldu. ancak kalanların da hali o kadar parlak değildi. açılış töreni sonrasında tüm basın ağlama duvarı gibiydi. ve son derece haklılardı: açılış töreninin bitişinde medyayı (ve görebildiğim kadarıyla takımlar ve protokol dışında hiç kimseyi) oradan götürecek bir ulaşım düzenlenmemişti.

büyük organizasyonlarda medya oteli ve çeşitli merkezler arasında otobüsler durmadan çalışır. isterse bomboş gitsin, o otelden belli bir saatte havaalanına veya maç günü olmadığı halde stada giden bir araç olur. burada ise ulaşımdan sorumlu insanlara haber veriyorsunuz gitmek istediğiniz yeri, araç ayarlayıp gönderiyorlar. iyi niyetli bir çaba, ancak gecenin bir yarısında medya merkezinde ulaşımdan sorumlu adam bulmak pek de kolay bir şey değil.

ilginç bir konuya bağlayayayım. cuma sabahki curling maçlarında iskoç bir gazeteciye "fotoğraf alanına girmenize izin yok" dediler. adam 64 yaşında bir curling muhabiri. (sırf bu cümle türkiye'de gazetecilik yapmak isteyen insana bir şişe viskiyi bir dikişte bitirtir). adı leslie ingram-brown. iskoçya'dan sadece bunun için gelmiş, curling için. ve fotoğrafı yukarıdaki basın tribününden çekin diyorlar. adam da "ışıklandırma rezalet, tepeden çekersem çok gölgeli ve kötü görünür" diyor, görevliler olmaz diyor. adam gidip bir fisu yetkilisini buldu, yetkili kadın da adamı tanıyormuş (adam yazarlığının yanında olimpiyatlarda curling hakemliği de yapmış). meselenin fotoğraf alanının dar olduğu ve bu yüzden üçten fazla fotoğrafçının aynı anda foto-pit'e girmesinin izin verilmeyeceğini söylediler. bunu fotoğrafçılar kendi aralarında ayarlarlar zaten. arada "lost in translation" bir durum varmış, görevli çocuklar eksik bilgilendirilmiş sadece. ancak bunun gibi eksik o kadar bilgilendirme vardı ki, ellerinden geldiğince çalışan çocukların değil, onları yönlendiren her kimse onların çok büyük koordinasyon problemi olduğunu hissettim.

(bu esnada yukarıda anlattığım diyaloglarda tüm çeviriyi ben yaptım. çalışanları kötülemek istemiyorum ama bazı kilit görevlere ingilizce bilen kimse bulamadılar mı? demek ki bulamamışlar. basın toplantısında da, kafeteryadan bir şey almak istendiğinde de gönüllü çevirmenliğe soyundum, birkaç gazetecinin de soyunduğunu gördüm, oradan biliyorum)

cuma sabahı izlediğim curling müsabakaları hakkında yorum yapmam imkansız. ortalamaya göre oyuna dair bilgim de fena değildir, ama anlatacak bir şey de pek yok. geçen yıl kurulan bir milli takımdan başarı beklemek de imkansız. olimpiyatların tüm kış sporlarına olduğu gibi curling'e de pozitif etki yaratması ve üç-beş adımlık bir pozitif etki yaratmasını umalım.

hokey ata sporumuzdur!

oyunlar, perşembe sabahı hokey maçlarıyla açıldı. görmüşsünüzdür, türkiye, kadınlarda da, erkeklerde de çok kötü yenildi. erkek takımının rakibi avrupa'nın sağlam ülkelerinden çek cumhuriyeti'ydi. oyuna fena da başlamadık, ilk 13 dakika da gol yemedik (kalecimiz erol kahraman mükemmeldi). ancak arka arkaya iki golle periyodu geride kapattık, ikinci periyod ise tam bir kabustu. ne denediysek olmadı ve gole doyduk resmen. maçı 16-0 kaybettik ama ikinci periyodun sonlarında skor 11-0'ken çek kalecisinin çok iyi bir kurtarışında sanki maç 0-0'mış gibi coşan ve çift basamaklarda da gol yese elinden geleni yapan kalecimizi "kahraman!" diye takdir eden seyirciler gerçekten güzel detaylar koydular ortaya.

diğer tarafta (aynı kompleksin içinde 3,000 ve 500 kişilik iki buz hokeyi pisti var, erkekler büyükte, kızlar küçükte oynuyorlar) kızlar da büyük britanya önünde benzer bir kaderi paylaştılar. ilk periyodu dengeli oynadılar, 2 gol yediler ancak ikinciden sonra çözüldüler. maçtan sonra kaptan yeliz fizik güç olarak adalıların çok sağlam olduğunu söyledi, bir de pistte çok fazla su olduğundan şikayet etti. bunu ingilizlerin kaptanı emily turner da söyledi. devre aralarında sahalar temizlenirken fazla su kullanılırsa ve pistin soğutması yeterli değilse o su donmuyormuş. puck'ın giderken bir birikintiye takılıp kalması (veya rusya koçunun deyimiyle "kayarak değil sekerek gitmesi") bundanmış. yeliz güzel bir şey daha söyledi: "100 yıllık mesafeyi 4 yılda alamıyorsunuz." ingilizlerin koçu simon manning ise çok daha sempatiyle yaklaştı. aslında bizim kızların britanya'nın takımının beş yıl önceki haline çok benzediğini doğru yatırım ve doğru programla bir aşamanın mümkün olabileceğini, çünkü takım halindeki mücadelenin etkileyici olduğunu anlattı.

kanadalı sonnenberg slovenya maçını jake lamotta gibi tamamladı
erzurum'daki maple leaf'ler
perşembe sabahı olmasının da etkisi vardır, ama tribünler bomboştu. akşamki kanada-slovenya maçında seyircilerin arasında dolaştım. mavi montlu çoğunluğun (yani gönüllüler) dışında kalanların kim olduğunu sordum. çoğunluk kafilelerindeki arkadaşlarını destekleyen sporculardı. bir kanada grubu vardı ki, çok eğlencelilerdi. "siz kimsiniz?" dedim. iki kız "bizim sevgililerimiz, onların da çocukları curling takımındalar" dedi. eh, kanada'dan kalkıp sırf bunu izlemeye gelecek değillerdi ya.

cuma günkü kayakla atlama kısmı, (açılış dışında) ilk defa seyircilerin kalabalık olduğu oyunlar oldu. hafta sonuyla beraber izleyiciler gelmeye başladı televizyondan gördüğüm kadarıyla. ama hafta içi durum nasıl olacak, göreceğiz. organizasyon komitesindeki birinden öğrendiğime göre okulların organize edilmesi tercih edilmemiş, çünkü insanların geleceğine inanıyorlar. "halk olayı o kadar benimsedi ki, ev hanımları bu hafta çamaşırlarını balkonlara asmayacaklar, sırf görüntü bozulmasın diye" de dedi, ilginç buldum.
adalardan yar gelir bizlere!
açılışı anlatayım mı? boşverin anlatmayayım. mustafa erdoğan'ı ve yaptığı işleri beğenenler var, ancak herhangi bir büyük prodüksiyonlu dans gösterisinden beklenebileceklerin %5'ini yaptığı için kimseyi alkışlamayacağım. eğer erdoğan'ı her kim bu ülkenin estetikten sorumlu devlet bakanı atadıysa o bir an önce kendisini türk telekom atlama kulelerinden kayaksız atsın derim. sporcuların geçişinde tabii ki iran ve bosna-hersek gibi "din kardeşlerimiz" alkışlandı, ancak genel olarak herkese karşı pozitif bir seyirci vardı. benim en çok hoşuma giden, bir-iki kişilik kafilelerle (daha doğrusu bir iki kişiyle) gelen ülkelerdi. mesela nepal'i tek bir sporcu temsil ediyor. işe bir "cool runnings" sempatisi katıyor, takdir etmemek mümkün değil.

son olarak, 10 gün içerisinde iki açılışa gittim. ikisinde de kenan doğulu vardı. ikisinde de gösteriler çok kötüydü. ikisinde de tayyip vardı. birisinde ıslıklandı, birisinde "türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağrıldı. "ah" dedim, "canım ülkem, keşke meselenin sadece 'yuh' ve 'helal olsun' tercihinden ibaret olmadığını, her spor, sanat veya kültür olayında neden aynı sahneleri, aynı simaları görmek zorunda olduğumuzu bir düşünsek." halbuki bana cevabı iki gün önceki basın toplantısında fisu başkanı george killian vermişti: "tabii ki başbakan, milletvekilleri gelecekler. bu onlar için bir halkla ilişkiler çalışması. seçim dönemi dışında erzurum'a ne zaman bu kadar sık gelirler ki başka?"
not: yediğin içtiğin senin olsun denir ama gidenlere cağ kebabı, kadayıf dolması ve tırnak paça tavsiye etmeden de bir "gezi" yazısı bitirmiş olmayalım. yalnız her biri için sağlam mide gerekli, hepsi ağır yemekler çünkü.

No comments:

Post a Comment