Wednesday, April 20, 2011

¿que paso istanbul?: manu chao babylon'da

büyük bir manu chao dinleyicisi değilim. muhteşem "proxima estacion: esperanza"nın bir arkadaşımdan kopyaladığım cd'si dışında evime bir albümü girmişliği yoktur (sonra o cd de bir yerlere atılıp gitmiştir herhalde). ama manu chao konseri haberi aldığımda "mutlaka gitmeliyim" demiştim. "orada olmalıyım/görünmeliyim" hissi değil, birebir olarak tüm çalacaklarını bilmesem dahi keyif alacağımı biliyordum. aynen de öyle oldu. şarkılarını bilmenize gerek yok, müzik sevdalısı olmanız yeterli. ispanyolcayı, fransızcayı, ingilizceyi anlamanıza gerek yok, yüreğiniz açıksa manu sizin dilinizden konuşuyor.

manu chao'nun "la ventura"sının daha küçük bir ekiple gerçekleştirilen bir tur olduğu, konserin babylon'da gerçekleşeceğine yönelik eleştirilerin üzerine açıklanmıştı zaten. ancak küçük ekip deyince sakin, sıcak bir konser bekleyenler fena yanıldı. sakin değildi, üç kişilik bir reggae, latin, punk orkestrasının müthiş enerjik sıcak ise ne kelime, alev alevdi babylon sahnesi! müziğin de, dillerin de sınırlarının kalktığı, güzel bir deneyimdi. sanırım ilk anlarında uzaktan izlenecek bir folk konseri havasındaydım, ama 15-20 dakika içerisinde olayın havasına daha iyi girmek için ön tarafa geçtim. o ön taraf, sanki çizgi çekilmişçesine net ayrılıyordu arkadan. arka taraf keyifle salınarak dinlerken müziği, ön tarafta bolca hoplama zıplama ve zaman zaman da acımasız bir pogo vardı. yerimin orası olduğuna karar verdim ve sanırım suicidal tendencies konserinden bu yana en yoğun tepinmemi yaşadım.

manu chao'nun ilk günkü ahmet şık-nedim şener desteği zaten malum. ikinci gecede de benzer bir politik mesaj beklendi ama manu'nun mesajını şarkı aralarında bildiği okumakla yapmaması daha vurucuydu bence. meşhur mcluhan cümlesini anımsarsak, burada "mesaj aracın kendisi." manu chao'nun müziğinde sınırları paramparça edişi zaten yeterince anlamlı bir barış ve kardeşlik mesajı, üzerine bir de "viva la revolucion" çığlıkları atmaya gerek yok (ki pınar öğünç'ün yazısında öğrendik ki "devrim" kelimesi ürkütücü gelirmiş manu'ye). eğer bir kitleyi müziğinizde "marijuana illegal!" diye bağırtabiliyorsanız olay anlaşılmıştır zaten.

bu konserle ilgili çok konuşuldu, çok tartışıldı. kimileri böylesine sağlam bir kitlesi olan bir sanatçının (gerçekten çok adanmış, müziğini iyi bilen bir topluluk vardı) babylon gibi kapasitesi 400 civarında bir kulübe getirmek pek çoklarını kızdırdı. o gece orada olmayı çok isteyen ve hak eden gerçek fanların dışarıda kalmasına tabii ki üzülmemek mümkün değil, ama böyle bir konseri o atmosferde izlemek de özel bir deneyimdi. şuna inanırım, bazı konserler kapalı salonda daha farklılaşır, küçük bir alanda bir kalabalık çok ortak bir hisse erişir. bu, o gece yaşandı. bir açıkhava festivalindeki histen farklıdır o, daha iyi ya da daha kötü değil, ama şüphesiz daha "özel" olur. o gece, la ventura fonunun babylon'un taş duvarına yansıtılması bile ayrı bir güzeldi. öyle ki, mekanı terk etmeyip, defalarca onu geri çağıran, hayatımda ilk defa gördüğüm şekilde iki defa ışıkların yanmasına, dj'in müziği açmasına rağmen o sesi bastıracak kadar yoğun tezahüratla bunu başaran kitle de o atmosferin eseriydi en çok. ona "istanbul you are crazy" dedirten de oydu. bunu da kabul etmeli.

bu 2000'ler bob marley'sini, birinci dünyadan çıktığı halde üçüncü dünyanın sesi olmayı başarmış bu adamı ileride daha büyük konserlerde de izleyeceğimize eminim. yalnız, "la ventura"yı yaz bitmeden bir festivalin sahnesinde görebilmek de hiç uzak bir ihtimal değil gibime geldi, benimki sadece bir his.

No comments:

Post a Comment