Wednesday, June 1, 2011

lady gaga: gerçekten böyle mi doğdu?

bir müzik yazarı röportaj yapıyorsa en büyük başarısının görüştüğü kişiyi çözümleyebilmesi ve o kişiyi ambalajsız olarak sunabilmesi olduğunu düşünürüm. ama bu zor bir konudur. rock'n'roll aleminde hemen herkesin bir pozu olduğuna ve bunun da oyunun kuralı, onu daha zevkli hale getiren bir unsur olduğuna inanan birisi olarak, tüm gizemini yitirmiş birisini görmek heyecan verici değildir. (maskeli sanatçılar örneğinden gidelim) sanatçının maskesini hafiften sıyırdığını göstermesi yeterlidir örneğin; maskesini çıkarmış bir sanatçıyı, "senin benim gibi bir insan" olarak görmek ilgimi çekmez, david copperfield'ın havada uçmadığını, orada ip olduğunu bilecek kadar akıllı insanlar olarak "orada ip var!" yazısını okumak bana vakit kaybı olacaktır.

geçen ay nme için lady gaga ile görüşen (ve bence dünyanın en iyi rock röportajcısı olan) peter robinson bu çok zor dengeyi tutturdu. bir fırsatını bulup mutlaka okuyun (nme dergi konularını internet sitesine koymuyor, ama web üzerinde yazıyı paylaşmış bir hayırsever bulma ihtimaliniz yüksek). robinson, röportajı yaptıkları yer olan las vegas'ı anlatarak başlıyor. tepeden inerken kayalıkların gözünüze çarptığı, çöl ortasına kurulmuş bu parlak ışıklar kentinin içine girdiğinizde gördüğünüz gerçek yüzünü anlatıyor: fark ediyorsunuz ki onlar gerçek değil, o kayalıklar aslında kartondan. las vegas'ta bir konser öncesi sekiz saat geçirdiği lady gaga'nın da ne kadar gerçek olduğunu araştırıyor robinson. karşısında bulduğu kadın "born this way"in "express yourself"e benzediğini (robinson'ın "insanlar sen yapmışsan kesin bilerek yapmışsındır diye düşünüyorlar") söyleyenlerin baskısı karşısında kırılıveren küçük bir kız oluyor. röportaj sırasında ağlıyor, birden kendisini toparlayıp sinirle "sizin bunu düşünecek kadar aptal olduğunuzu düşünecek kadar aptal değilim" gibi tuhaf bir zincirleme önerme yapıyor, öfkeyle. bir yandan kendisinin bir imajlar toplamından ibaret olduğunu reddedip "şu anda her şeyimi yırtıp atıp, bir piyano başında bir şarkı söyleyip yine aklını başından alabilirim" diyor, diğer taraftan medya üzerine çok geldiği için mtv ödül töreninde kendi ölümünü sahneye koyarak "onlara istediklerini verirsem beni serbest bırakacaklarını düşündüm" açıklamasını yapıyor. lady gaga'nın nihai iddiası bu: sanatını hayatı yapmak. sahnede, albümlerinde gösterdiği kişi olmak.

david bowie'nin ziggy stardust'ta tasarladığı türden cinsiyetler üstü, muhtemelen dünyaya uzaydan inmiş bir meta-insan, sanatıyla ve söyledikleriyle dünyaya hükmedebilen bir karakter: lady gaga'nın olmak istediği şey bu. dışarıda 25 yaşındaki stefani germanotta, sahnede gaga değil. günlük hayattaki halini sahneye taşıyanların aksine, sahnedeki halini hayatına taşıyor. bu çok büyük bir iddia. hele amacınız "insanlık tarihinde kültürel olarak bir dönüm noktası" oluşturmaksa aklınıza getirmeyin bile. 7 gün 24 saat rol yapamazsınız, yorulur, bitap düşersiniz.

lady gaga da yoruluyor. bunu sadece "born this way" sonrası eleştirilere verdiği tepkiden çıkartmıyorum. "born this way"in tamamı yorgun bir sanatçının işi. tüm albüm nefes nefese, tüm albüm kan ter içinde. her anda her şeyi yapmaya çalışan, her şarkının içine yarım düzine melodi, beş deste ses efekti, üç-beş de farklı müzik türü sıkıştırmayı deneyen bir kayıt "born this way." ve 17 şarkı. bir oturuşta bitirmesi oldukça zor, ciddi kondisyon gerektiriyor. ya aman vermez bir mükemmeliyetçilikten, ya da korkunç bir yetersizlik duygusundan kaynaklanıyor böylesi (ki bir anlamda ikisinin kesişimi de mümkün). 90'lar rave'i tadındaki verse'ünden arkasında e-street band çalıyormuş kadar springsteen kokan bir nakarata geçen "hair" bile tek başına örnek aslında. "fashion of his love" efsane "dirty dancing" şarkılarından birisine new order'ın "bizarre love triangle"ının elbisesinin giydirilmiş hali gibi. ama onlar albümün en iyilerinden, bir de vasat örnekler var. metal başlangıcından sonra "like a prayer" öncesi madonna nakaratına geçen "bad kids" bu formülün tutmadığı bir tanesi mesela. bir de bıktırıcı tekrarlar var. "scheisse" ve "judas" "bad romance"ten ödünç nakaratlar; "highway unicorn (road to love)" ise "poker face"in salonuna edepsizce yerleşmiş. ya da o en yakıcı soru, albüme hakim "the edge of glory," "born this way" gibi euro-disco numaraları veya "the queen" ile "electric chapel" gibi pat benatarımsı şarkılarla mı yapacak lady gaga bahsettiği kültür devrimini?

tüm yoruculuğuna, hiçbir anında yeni bir şey vaadetmemesine karşın "born this way" aslında iyi bir pop albümü olarak anılabilirdi. diyelim ki, 2011'in en iyi üç pop albümünden birisi olacak. veya robyn'inkiler kadar, (mainstream'den seçersek) rihanna'yla katy perry'nin en formda halleri kadar iyi. ama lady gaga'nın çıtası orası değil. bowie'nin, the beatles'ın, elvis'in, madonna'nın yarattığı kültürel etkiyi kendi başına yaratmak istiyor. bundan 100 yıl sonra ansiklopedilerde bugünlere tarihsel, kültürel, sosyolojik olarak en fazla (belki de tek) şekil vermiş insan olmak istiyor. bu, sadece müzikle becerilebilecek bir şey değil. sadece müzikle becerilecek bir şey olsa da, elindeki materyal, hatta belki de sahip olduğu yetenek buna yetecek düzeyde değil. hırslı sanatçıları her daim severim ama bu, lady gaga'yı tüketecek kadar yoğun bir arzu. "born this way" (kırmakta olduğu tüm siber-rekorlara karşın) ilerlediği yolda istediği etkiyi yaratacak sanat eseri değil. dahası, ileride daha iyisini yapacağına dair umut besleten bir iş de değil.

olsa olsa görkemli bir kaybediş. ve zorunlu bir sıradanlaşma.

1 comment:

  1. Çok güzel bir yazı olmuş, eline sağlık. Diyecek başka şey bulamadım.

    ReplyDelete