Thursday, September 8, 2011

the big c

-aman tanrım! gerçekten sevdiğim insanlar arasında kansere yakalanan ilk kişisin! artık bambaşka bir insan olacağım.
-umarım biraz daha iyi bir insan olursun.


iki eski en iyi arkadaş arasında geçen bu diyalogu, "the big c"nin nasıl ustaca kaleme alınmış bir dizi olduğunun minik bir göstergesi olsun diye aktarmaya çalıştım. pek de başaramadım, zira "the big c" görüldüğü anda ısınılacak bir dizi olmadığı gibi cümlelerini okuduğunuz anda bayılacağınız bir senaryoya da sahip değil.

bu yaz ikinci sezonu başlayan "the big c," küçük ekranda görmeye alışık olmadığımız büyüklükte bir oyuncuya sırtını yaslayan o dizilerden. laura linney gibi bağımsızından blockbuster'ına kadar amerikan sinemasının her perdesinde gördüğümüz bir isim sürüklüyor "the big c"yi. işin açığı bu dizinin böyle bir desteğe de ihtiyacı var. zira konu son derece bıçak sırtı. 40'larında bir kadının ileri derece kanser olduğunu öğrenmesinin ardından gelişen olayları izliyoruz. cathy, bir yandan hayatının beklenmedik derecede çabuk sona yaklaşmasının şokunu yaşıyor, bir yandan kalan günlerinin tadını çıkarmak istiyor, diğer taraftan kendi sağlığının yanında çevresiyle de uğraşmak zorunda kalıyor. ilk sezonun 10 bölümü boyunca da hiçbir şeyi aceleye getirmeden, gerektiğinde bu gerçeği bir yakınına anlatmasını dahi yarım saate yaymaktan çekinmeyen bir tempoda anlattılar.

ama bir ayrımın altını çizmek lazım. "the big c" içerdiği tüm dram yoğunluğuna rağmen gözyaşartıcı bir bomba değil. aksine, cathy'nin dünyaya bakışındaki ironisiyle, diyaloglarındaki kara mizahla sıkça gülümseten de bir dizi. üstelik sarsak ama değer veren koca (harika oliver platt), takıntılı ekolojist kardeş, sorunlu ergen oğul ve dünyanın çevresinde döndüğü yakın arkadaş rebecca (yaşına rağmen hala çok güzel olan cynthia nixon!) gibi harika bir yan karakter ekibi de var. her biri fazlasıyla egzantrik ve her hareketleriyle sizi gülümsetme veya kızdırma potansiyeline sahipler. ama dediğimiz gibi, yapımcılar bıçak sırtında yürümeyi iyi beceriyorlar: ne kanser gibi ciddi bir meseleyi hafife alarak, ne de diziye 30 dakikalık bir televizyon ürününün kaldırabileceği ağırlığın fazlasını yükleyerek devam ediyorlar.

"the big c"nin ikinci sezonuna biraz geriden de olsa başladım. dizinin konusu ve laura linney gibi bir oyuncuyu yıllarca bağlayamayacağı fikrinden hareketle üç-dört sezonun ötesine geçmeyeceğini tahmin ettiğim için fazla bekletmeden, soğutmadan tadına bakmanızı tavsiye ederim. sessiz sedasız kayıp gitmesin bu güzel ve dokunaklı dizi.

No comments:

Post a Comment