Tuesday, February 28, 2012

!f istanbul 2012 günlüğü #2

eğer klasik "festival uzatmaları"nı saymazsak, !f istanbul bitti, hatıralar arasına güzel film anları bıraktı ve gitti. festivalin ilk günlerinde izlediğim filmleri daha önce yazmıştım, günlüğü tamamlayalım.

* 2003 yapımı "tarnation"ı hatırlar mısınız? jonathan caouette'i dünya çapında üne kavuşturan, birkaç yüz dolarlık maliyetiyle sinemada bir köşetaşı sayılan bir filmdi, türkçe çevirisiyle, "kahrolası." caouette çocukluğundan beri bir şekilde biriktirdiği kamera görüntüleri, fotoğraflar ve telesekreter kayıtlarını kendi bilgisayarında kurgulamış ve kendi büyüme hikayesini, aile sorunlarını ve en vurucusu, annesinin şizofreniyle mücadelesini müthiş bir samimiyetle gözler önüne seriyordu. "tarnation" sonrasında kendi başına çektiği ilk uzun metraj belgeseli "kaçak renee"de caouette, hikayesini sekiz yıl önce bıraktığı yerden devam ettiriyor. annesini bıraktığı bakımevinden alıp new york'a getirmesi bir yanıyla çok güzel bir yol hikayesi, bir yanıyla da şizofreni üzerine bir belgesel. veya aile üzerine. veya hayat üzerine. caouette arşiv görüntüleri ve "gerçek" anları kurgulama konusunda çok ustalaşmış. ilk filmi izlememişler merak etmesin, geri dönüşlerle desteklediği filmi kendi başına ayakta duruyor zaten.

artık doğan bir çocuğun ilk ağladığı andan itibaren video kayıtları olduğu için, caouette'in yaptığını önümüzdeki yıllarda yapan mutlaka çıkacak. ama onun kadar sinema duygusu taşıyanı, konusuna incelikli yaklaşanı ve hayatına dair olan biten en mahrem konuları samimiyetle perdeye yansıtabileni çıkar mı bilmiyorum. caouette'in festivale teşrif edeceği söyleniyordu ama bir sebepten gelememiş. keşke gösterimde olsaydı. elini sıkıp, "walk away renee" kadar müthiş bir film yapabildiği için teşekkür etmek isterdim kendisine.

* "ailecek" 2000'ler ortasında amerikan indie'sinin folk kanadından üç önemli ismin birlikte çıktığı bir turneyi konu eden bir belgesel. devendra banhart, joanna newsom ve vetiver'dan andy cabic'in amerika'da küçük kulüplerde turluyorlar. dinleyiciler için rock müziğin en keyifli, en gizemli, en büyülü yanı gibi görünen turnelerin arka tarafında neler döndüğünü açıkça ve samimiyetle resmediyor. belgeselin tek negatif yanı kayıtların aslında 2004'te yapılmış olması. filmin sonlarında "bu turneyi bir daha yapamayız" diyor ekipten birisi, "çünkü bir sonraki sene hepiniz daha ünlü olacaksınız, daha büyük yerlerde çalacaksınız." çok doğru bir öngörü. bahsi geçen müzisyenlere ve janra ilgi duyuyorsanız izlemelisiniz.

* bundan birkaç ay önce gazetede genel yayın yönetmenimiz murat yetkin, "tarihe tanıklık ediyoruz" demişti. gerçekten de ileriki yıllarda tarih kitaplarına geçecek olaylarla dolu zamanlardan geçiyoruz. arap baharı'nın en kilit noktalarından birisi olan, mısır'daki devrimi düşünün, tarih kitaplarından, belgesellerden öğrenebileceğimiz bir olayı haberlerde izledik. "tahrir 2011: iyi, kötü ve politikacı" devrimi üç farklı açıdan anlatıyor. birincisinde tahrir'den protestocu manzaralarına eğiliyor; tamamen tanıklıklar ve amatör arşiv görüntüleriyle son derece ham, "birinci elden" bir işe imza atıyor. ikinci bölümde karşı tarafa geçiyor ve konuşmayı kabul etmiş az sayıda kolluk kuvveti mensubuna, devrimin "zalimi" ama "kaybedeni" olan polislere söz hakkı tanıyor. üçte ise hüsnü mübarek var. onun iktidara gelişinin, gücü muhafaza edişinin ve baskı rejiminin anatomisini çıkarıyor. üç farklı yönetmen tarafından ele alınan üç bölüm, haliyle üç farklı belgesel üslubuyla karşı karşıya bırakıyor izleyeni. mesela ilkindeki ham hava, ikincisinin televizyon belgeseli stili, üçüncüsünde ise michael more-vari bir hiciv geçişler arası zorlanmanız sonucunu getirebilir. ama yine de bu, "tahrir 2011"in güçlü ve önemli bir belgesel olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

* yönetmeni q, "gandu"yu bir rap müzikali olarak tanımlıyor. uyuşturucunun yanına rap müziğin de geldiği ve iskoçya yerine hindistan'da geçen bir "trainspotting" gibi de bakabilirsiniz. tabii bunu filmin tabanca gibi kurgusu, ekran bölme, sahne içi kurguda ileri geri atlamaları, yerinde durmayan kamerası, yüksek volümlü müziği ve sözleri ekrana bindirmesi gibi stilize dili olarak algılamanız yerinde olur. stilin ve iyi müziklerin ötesinde senaryo konusunda biraz tembellik ettiğini hissettim q'nun. yine de izlemekten mutlu olduğum bir film, keşfetmekten mutlu olduğum bir dünya oldu q'nunki.

* arthouse sinemada "senaryo tembelliği" sık görülen bir durum. izleyicinin zorlanması veya tempo düşüklüğü itirazım olan şeyler değil, ama bunların altının doldurulmasını beklerim. iki hayaletin dünyaya geri dönmek için yapmaları gereken uzun yolculuğu anlatan ispanya filmi "finisterrae" ne yazık ki bunu yapamayan bir işti. yavaş kurgunun ötesinde nereye değdiğini anlayamadığım sembolizmi, sahip olduğu iddia edilen kara mizahın ortalarda gözükmemesi, belirli sahnelerde parıldayan görsel işçiliğin filme yayılmaması ve nihayetinde uzun metrajlı bir filme yetecek kadar "olay olmaması" maalesef filmi festivalin çürük elması yaptı.

No comments:

Post a Comment