Thursday, November 8, 2012

Ü-Berlin




Ben İngiliz muhibi, Selmin de Fransız tedrisatından geçmiş olmamıza karşın ikimizin hayatında da bir Alman nosyonu söz konusu. Benim için ablamın 10 yıldır yaşadığı ve her “kaçıcam bu ülkeden” panik atağımda sığınılabilecek son liman olarak hep hazırda tuttuğum(u sandığım) ülke. Selmin’in bağları daha kuvvetli. Doktor babasının 1970’lerde göç etmesi sonucu onun doğduğu yer Almanya. Daha ilginci, bir yaşından beri hiç gitmediği “memleketi.” Benim de dört yıl önce Köln ve Düsseldorf’ta birer gün geçirmemi saymazsak, ikimiz için de Berlin seyahati “ilk” Almanya tecrübesi.


Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı

Topographie des Terrors 

Şüphesiz Berlin hakkında bir fikri olması için insanın, gitmeden önce bir heyecan duymak için böyle bir “backstory”ye gerek yok. II. Dünya Savaşı’ndan “Duvar”ına kadar her kıtanın her dönüm noktasında hançerin saplandığı yer olmuş kent. Aynı zamanda liberal düşüncenin, kıtadaki multi-kültürel damarın ve “sabaha kadar dans”ın merkezi. Berlin’e gelmeden önce de, içindeyken de her zaman kentin öneminden haberdar ediliyorsunuz mutlaka. Tarihiyle bu kadar iç içe yaşayan şehir azdır belki de. O kadar ki, o tarihle iç içeliğinden de bir gurur duyuyor Berlinliler (ve Almanlar). 1933-1945 arasında dünyayı kasıp kavuran Nazi deliliğine odaklanan Topographie des Terrors mesela. Normalde bir ülke için üzerinden yüzyıl bile geçmemiş günahlarıyla yüzleşmek kolay değildir. Berlin’de ise yükselen Nazi histerisinin, sıradan insanların bile nasıl birer ihbarcı haline dönüştüğünün, Yahudi, eşcinsel, komünist, kısacası çizilmiş sınırların dışında kalan herkesin nasıl kurban edildiğinin tanıklığını bu müzede yaşayabiliyorsunuz. Fotoğraflar, belgeler, videolar ve metinler içeren panolar haricinde dışında nasıl işkence ve tecrit metodlarının açıkça gösterildiği açık hava bölümleri size dehşeti yaşatıyor. Bu, Almanların artık övündükleri ve belki de övünmeleri gereken bir hasletleri. Kendilerine ve geçmişlerine ayna tutmaları sayesinde ayağa kalktıklarına inanıyorlar. Ve haklılar. 
Bundestag

Checkpoint Charlie 

Benzer bir geçmişe bakış müzesi DDR Museum ise bu kadar asık suratlı değil. Bilakis, kalitesizliğiyle ünlü arabaları Trabant’a binebildiğiniz, ortalama bir ailenin oturma odasına oturabildiğiniz, 1970’lerin televizyon programlarını izleyebildiğiniz ve kıyafetlerini görebildiğiniz bir Doğu Almanya tecrübesi bu. Artık “Batı”dan baktıkları için Doğu Almanya’ya fazlasıyla alaycı bakması dışında keyifli bir müze. Doğu Almanya demişken, kaçınılmaz turist noktalarından Checkpoint Charlie ve ikonik tabelasına gitmek, artık var olmayan duvarın yerinde bırakılan izlerine tanık olmak veya duvarın hala muhafaza edilen kısımlarının görülebileceği East Side Gallery’ye gitmek de “Duvar”la ilgili turist “atraksiyonları.” Almanya tarihine dair çok detaylı bilgiler alabileceğiniz ve üstelik Aziz Berlin'e de tepeden bakabileceğiniz Bundestag'ı da (Meclis Binası) ıskalamayın. Fernsehturm da (Televizyon Kulesi) "tepeden bakma" işlevini görüyor, ne kadar şart, o size kalmış.
Bergama Müzesi

Berlin’de başka müzeler gezmek isterseniz istikametiniz Museumsinsel (Müze Adası) olması. İnanılmaz Zeus Altarı’yla Bergama Müzesi ve göz kamaştırıcı Nefertiti Büstü’yle Neuesmuseum bizim yolumuzun düştükleriydi. Özellikle ilki, hele bu topraklardan giden bir turist için kaçmaz, zira “Bunları bizden kaçırmışlar” öfkesiyle “Biz tarihe bu değeri veremezdik” itirafı arasında gidip geleceksiniz.

Kptn. A. Müller

İyi bir turistin yaptığı gibi önce müzeleri aradan çıkarttıktan sonra sokaklara çıkabiliriz. Şüphesiz barlar ve club’lar konusunda Avrupa’daki en zengin merkezlerden birindesiniz. Özellikle Türklerin yoğun yaşadığı multi-kulti ekstravaganzası Kreuzberg, hipster cenneti Mitte ve cool Friedrichshain’da pek çok şık bar bulabiliyorsunuz. İlk akşam yemeğimizden sonra Friedrichshain’da pek çok pub ve barın bulunduğu Kptn. A. Müller’e dalıyoruz. Eski ev koltukları, fazlasıyla aydınlık mekan ve çok güzel kokteyller. Bizim buradaki gibi votka özütü falan koymuyorlar, epeyi sert ama çok güzel kokteyller. Kreuzberg’deki Café Condé de benzer konseptte, sadece oraya gittiğinizde kahve tercih etmeniz daha olası. Bir de gitmişken mekanın tonton kedisini (adını unuttum) mıncıklamanızı öneririm. Hemen çevredeki Das Hotel de benzer bir sıcaklığa sahip, aydınlık bir bar. İsmine rağmen Luzia için ise aynısı söylenemez. Kreuzberg’in meşhur Oranienstrasse’si üzerindeki Luzia karanlık, cool ve epeyi popüler bir mekan. Bir de Prater Garten var, bizim Ekim sonunda giderseniz pek tadı yok ama hava güzelken dışarıda oturulup iki tek atması keyifli olacak gibi göründü.
Die Weinerei

Barlardan bahsederken Die Weinerei’a ayrı bir parantez açmalı. Kadeh için iki euro verdikten sonra istediğiniz kadar şarap içebileceğiniz bir mekan. Kalkarken size hesap getirilmeyecek, ne kadar ödemeniz gerektiğine kendiniz karar vereceksiniz. Pek çok kişi bunu kötüye kullanabilir ama barın arkasında duran adama sorduğunuzda işin müşterinin sağduyusuna bırakıldığını anlatıyor size. Gerçekten de siz de kötüye kullanmak istemiyorsunuz bu durumda. Berlin’in fikrî atmosferine uyan, hoş bir mekan.
Luzia 

Club’lara gelince, Berghain’dan bahsetmek gerek şüphesiz. Kapılarında uzun kuyruklar oluşturan, içeri girip girmeyişinizin neredeyse piyango olduğu iddia edilen, içeride tek kare fotoğraf çekmenize izin verilmeyen hedonizm cenneti. Kapısına gidip geri çevrilme riskini alamadım, üzgünüm. Weekend veya Watergate’in daha turist canlısı olduğu söyleniyor, Asphalt ise hip-hop geceleriyle meşhurmuş. Benim Cumartesi gecesi eğlencesi anlayışıma uyan White Trash’i de önerebilirim. Biraz eski Bronx leşliğinde gaz punk ve alternatif çalan, içinde dövmecisi de bulunan ve çoğunlukla üst katında Amerikan tarzı hamburger tüketip belli bir saatten sonra alt tarafta kopmaya inilebilecek bir mekan. Bir de Kreuzberg’deki konser mekanı Festsaal var, bulunduğumuz günlerde Death Grips orada çalıyordu mesela. Yine KaterHolzig de aynı çizgiye hitap ediyor, ama gitmedim, görmedim.

"Alman pastası"

Yemek için (gecenin 12’sinde önünde uzun kuyruklar oluşturan) Mustafa’s Gemüse Döner’i bir kenara bırakırsak adım başı karşınıza çıkacak Wurst benim favorim. Bol İtalyan restoranı ve hamburgerciler arasından da seçim yapabilirsiniz. İlk akşam rezervasyon yaptırarak gittiğimiz Schneeweis daha Alman ve İsviçre mutfağına eğildiği için tercih ettiğimiz, hakiki bir gurme restoranı. Her gün menüsü değişiyor ve yemeklerin sunumu da muazzam. Tatlı seven bir insansanız bol bol dünyada Berliner diye bilinen Pfannkuchen, çeşit çeşit cheesecake ve “Inglourious Basterds”ta Hans Landa’nın da afiyetle yediği Apfelstrudel kalbinizi çelecektir. Ayrıca benim gibi bira seven bir insan için de envai çeşit tatmanız olası, Augustiner Bräu’un lager’ı çok keyifliydi.
Tiergarten
Bir Pazar sabahına denk gelip Boxhagener Platz’ta gidemedim, Berghain’da güneşi doğurana kadar dans edemedim belki ama üç buçuk güne sığan Berlin benim için buydu. Sanırım Kreuzberg’den yeteri kadar etkilenmedim, belki Mitte’nin yanlış tarafında dolaştım. Prenzlauer Berg’in soğuğunu ve Tiergarten’ın hakiki sonbaharını diğer pek çok şeyden daha çok sevdim. Berlin’i Berlin yapan şeyleri ıskalayıp Berlin’in içindeki Avrupa’yı daha çok sevmemin racona ters düştüğümün farkındayım. Ne yapayım, bende bu kadar oldu.

1 comment:

  1. aralık sonunda berlin'e gidecek olan bu garibana müthiş bilgili ve faideli bir yazı oldu çok teşekkür ediyorum.

    ReplyDelete