Monday, December 30, 2013

2013'ün En İyi Albümleri


Ta Mayıs ayında arka arkaya çıkan Vampire Weekend, The National ve Daft Punk albümlerinin gazıyla "Bu yıl başka albüm çıkmasa da olur, bunlarla idare ederiz" dediğimi hatırlıyorum. Yılın başlarında müthiş indie kayıtları, nefis pop albümleri ve başyapıt düzeyinde elektronik müzik yapıtları dinlemiştik. Sonra yazın ve hayatımızın ortasına Gezi gerçeği oturdu. Yılın sonunda yavaş yavaş hayata döndük ama sırf oraya kadar dinlediklerimle bile bir ilk 50 listesi çıkarabilirdim. Zengin, keyifli bir yıldı. 2013'ün sonunda kişisel favorilerimden Arcade Fire, Neko Case gibi isimlerle liste tam halini buldu, hatta aslına bakarsanız son günlerde kucağımızda bulduğumuz "Beyoncé"yle de cilasını çekti. Beyoncé'nin yaptığı, aslında David Bowie, Boards of Canada, My Bloody Valentine ve elbette Daft Punk gibi isimlerin yıl boyunca gösterdiği "yaratıcı şekilde albüm yayınlama" pratiğine bir başka katkıydı. Elbette materyal bu kadar iyi olmasa bu promosyon numaraları kabak tadı verirdi, ama bu kayıtların her biri beklentileri karşılayan işler olunca 2013'te heyecanla stream servislerine koşuşumuz anlamını buldu. Neticede müzik adına çok güzel bir seneydi: Poptan hip hop'a, rock'tan elektroniğe, metalden neo-klasiğe, folktan country'ye kadar 50 nefis albüm içeren bu liste de onun kanıtı olsun.

(Previously on Çekme Kaset:
Yılın en iyi 100 şarkısı
Yılın gölgede kalan 11 albümü)



1. Vampire Weekend – Modern Vampires of the City
2. Neko Case - The Worse Things Get, The Harder I Fight, The Harder I Fight, The More I Love You

3. Daft Punk – Random Access Memories
4. Arcade Fire - Reflektor

5. James Blake – Overgrown
6. My Bloody Valentine – m b v
7. Jason Isbell – Southeastern 
8. Justin Timberlake – The 20/20 Experience
9. Kanye West – Yeezus
10. Arctic Monkeys - AM

11. The National – Trouble Will Find Me 
 12. Fuck Buttons – Slow Focus
13. Jon Hopkins – Immunity

14. HAIM – Days Are Gone
15. DJ Koze – Amygdala 

 16. Anna Calvi – One Breath
17. Foals – Holy Fire

18. Disclosure - Settle
19. David Bowie – The Next Day

20. Bill Callahan – Dream River




21. Chance The Rapper – Acid Rap
22. Laura Marling – Once I Was An Eagle
23. Paul McCartney – New

24. Frightened Rabbit – Pedestrian Verse
25. Agnes Obel – Aventine

26. Nick Cave & The Bad Seeds – Push The Sky Away
27. Beyoncé – Beyoncé

28. Primal Scream – More Light
29. Sky Ferreira – Night Time, My Time

30. Charli XCX – True Romance



31. Julianna Barwick – Nepenthe 
 32. Jagwar Ma – Howlin’
33. Jinja Safari – Jinja Safari 

 34. Earl Sweatshirt – Doris
35. The Knife – Shaking The Habitual

36. Washed Out – Paracosm
37. Goldfrapp – Tales of Us

38. Sigur Rós – Kveikur
39. Deafheaven – Sunbather 

 40. Johnny Marr – The Messenger


41. Queens Of The Stone Age – ...Like Clockwork 
 42. Pet Shop Boys – Electric
43. Nadine Shah – Love Your Dum And Mad 

 44. Pearl Jam – Lightning Bolt
45. Volcano Choir – Repave 

 46. Prefab Sprout – Crimson-Red
47. These New Puritans – Field of Reeds

48. Duman – Darmaduman
49. John Grant – Pale Green Ghosts

50. Janelle Monae – Electric Lady

Thursday, December 19, 2013

2013'ün En İyi Şarkıları

Ne seneydi! Evet, bu yıl hepimiz üç yaş yaşlandık ama bir yandan da 2013'te de üç yıla yetecek kadar iyi albüm ve şarkı da vardı. Önceki yıllarda benzer bir liste yaptığımda 30'luk yapıyordum, ama bu sefer durmak istemedim, 50, 75 derken 100'e dayandım. İlk 10 dışında bir sıralama yapmak istemedim: Meraklısı varsa, ilk 10 sıralı, kalanlar alfabetik dizilmiş durumda. Asıl güzel olanı ise ilk 10'un hemen altında bir Deezer çalma listesi var, o 100 şarkı kulaklarınıza amade. Oradaki sıralama buradaki sıralamadan farklı: Biraz janrlara göre ilerleyen bir radyo programı, ya da DJ seti olarak sıralamaya çalıştım. 100 şarkılık ve yedi buçuk saatlik bir serüven olarak görmek istedim. Keyif almanız dileğiyle.

1. Vampire Weekend - Step
2. Phosphorescent - Song for Zula
3. Arcade Fire - Afterlife
4. Daft Punk feat. Paul Williams - Touch
5. Nadine Shah - Runaway
6. CHVRCHES - Recover
7. Neko Case - Wild Creatures
8. The Civil Wars - Dust To Dust
9. The National - Fireproof
10. HAIM - Don't Save Me


11. AlunaGeorge - Attracting Flies
12. Anna Calvi - Suddenly
13. Anna Kendrick - Cups
14. Anna Von Hausswolff - Funeral For My Future Children
15. Arcade Fire - Reflektor
16. Arctic Monkeys - Do I Wanna Know
17. Avicii - Wake Me Up
18. Ballaké Sissoko - Maimouna
19. Bastille - Pompeii
20. Bastille - Things We Lost In The Fire
21. Biffy Clyro – Biblical
22. Blood Orange - No Right Thing
23. Bosnian Rainbows - Turtle Neck
24. Caitlin Rose - Only A Clown
25. Casper – Im Ascheregen
26. Cate Le Bon - I Think I Knew
27. Charli XCX - Take My Hand
28. Cloud Cult - Complicated Creation
29. Courtney Barnett - Avant-Gardener
30. Daft Punk feat. Pharrell Williams - Get Lucky
31. Daft Punk feat. Julian Casablancas - Instant Crush
32. Daughter – Youth
33. David Bowie – The Stars Are Out Tonight
34. David Bowie - Valentine's Day
35. Disclosure – When a Fire Starts To Burn
36. Drake feat. Majid Jordan - Hold On, We're Going Home
37. Drenge - Bloodsports
38. Earl Sweatshirt - Chum
39. Editors - Sugar
40. Foals - Bad Habit
41. Foals - My Number
42. Foxygen - San Francisco
43. Frightened Rabbit - Holy
44. Imagine Dragons - Radioactive
45. Jagwar Ma - Uncertainty
46. James Blake – Retrograde
47. Janelle Monae – Dance Apocalyptic
48. Jay Z feat. Frank Ocean - Oceans
49. John Grant – GMF
50. Johnny Marr – European Me
51. Jon Hopkins – Open Eye Signal
52. Junip – Line of Fire
53. Justin Timberlake – Suit & Tie
54. Kacey Musgraves – Merry Go-Round
55. Kanye West – Blood On The Leaves
56. Kings of Leon – Supersoaker
57. Kurt Vile – Wakin on a Pretty Day
58. Lana Del Rey - Young and Beautiful
59. Little Green Cars - My Love Took Me Down To The River To Silence Me
60. Local Natives – Breakers
61. Lorde - Royals
62. M.I.A. – Bad Girls
63. Majical Cloudz – Childhood’s End
64. Manic Street Preachers – Show Me The Wonder
65. Moderat - Bad Kingdom
66. Neko Case - City Swans
67. Neko Case - Man
68. Nick Cave & The Bad Seeds – Higgs Boson Blues
69. Night Beds - Even If We Try
70. Palma Violets - Best of Friends
71. Pearl Jam - Sirens
72. Pelican - Deny The Absolute
73. Pet Shop Boys – Love is a Bourgeois Construct
74. Phoenix - The Real Thing
75. Pink feat. Nate Ruess - Just Give Me A Reason
76. Pixies – Bagboy
77. Pond - XANMAN
78. Primal Scream - 2013
79. Queens of the Stone Age - My God is the Sun
80. Rhye – Open
81. Robin Thicke feat. T.I., Pharrell – Blurred Lines
82. Savages – She Will
83. Sebadoh – I Will
84. Stromae – tous les mêmes
85. Suede – Snowblind
86. Temples - Colours to Life
87. The 1975 - Sex
88. The Front Bottoms - Au Revoir (Adios)
89. The Knife – Without You My Life Would Be Boring
90. The National - Demons
91. The Preatures - Is How You Feel
92. The Strokes - One Way Trigger
93. The White Mandingos – My First White Girl
94. Tom Odell - Another Love
95. Unknown Mortal Orchestra – So Good At Being In Trouble
96. Vampire Weekend - Ya Hey
97. Washed Out - All I Know
98. Yeah Yeah Yeahs - Sacrilege
99. Yo La Tengo – Ohm
100. Youth Lagoon – Mute

Thursday, December 12, 2013

2013'ün gölgede kalan albümleri



Listeleri hangi müzik delisi sevmez ki? Yıl sonunda onlarca "en iyi albüm" listesi yayınlanıyor, pek çoğu hak edene hakkını veriyor, ama bazı sanatçılar ve gruplar var ki, övgülerden nasibini gerektiği kadar alamıyor. Ben o albümlerden 11 tanesini seçtim, bir kısmından birer şarkıyı da aşağıda dinleyebileceğiniz bir playlist'te topladım. Buyurun. (Fotoğraftaki Nadine Shah, kendisini seviyoruz). 

Aye Nako – Unleash Yourself
Kendini güzel tarif edebilen grupları seviyorum. Facebook sayfalarında kendileri için “Güvenlerini/cinselliklerini/uyumlarını/maaşı bulmaya çalışan dört tuhaf tip” demişler. Doğru. Ben bir de 90’lara özgü gürültü yağmuru gitarlı power pop diye ekleme yapabilirim. Kendi yayınladıkları ilk albümleri “Unleash Yourself” bayağı bayağı iyi albüm.

Courtney Barnett - The Double EP: A Sea of Split Peas
Kalabalık bir masanın ucunda oturan, muhabbetin merkezinde olmayan ama herkese inceden laf sokan bir kıza benziyor Courtney Barnett. Geçen yıl yaptığı iki mini kaydın birleşiminden oluşan “The Double EP: A Sea of Split Peas” bir film olsaydı, Courtney’yi Aubrey Plaza oynardı. Sheryl Crow’un “Tuesday Night Music Club” dönemi sound’una yakın, konuşur vokalleriyle Barnett dikkate değer bir isim.

Drenge – Drenge
Birkaç yıldır ayak seslerini duyuyorduk, ama birkaç sene sonra gerçek bir Nirvana yeniden doğuşu göreceğiz. Geçen yılın METZ’i, bu yılın Drenge’i bunun öncü şokları sadece. İngiliz grup davullarında Dave Grohl’un melodikliğini ve kirli gitarlarını blues vokalleriyle birleştiriyor. Bir-iki dakikalık şarkılarıyla vurup kaçıyor.

The Front Bottoms – Talon of the Hawk
The Shins'in ilk günlerini Weezer'ın mizah duygusuyla birleştirin, işte size The Front Bottoms. Kendi imkanlarıyla çıkardıkları iki kayıttan sonra indie plak şirketi Bar/None'dan iki albüm çıkarttılar, "Talon of the Hawk" onların dördüncü albümü yani. "Au Revoir (Adios)" başta olmak üzere pek çok radyo dostu şarkıları var ama galiba gerçekten büyümek için biraz daha şansa ihtiyaçları var. 

Hebronix – Unreal
Yuck son yılların gelecek vaadeden gruplarından birisi olarak çıkmıştı. Sonic Youth benzeri gitar deneyleri 1990’ların naif indie pop havasıyla buluşuyordu ilk albümlerinde. Grubun kilit ismi Daniel Blumberg ayrılınca bu denklemin ilk kısmını kendisiyle birlikte götürdü. Solo projesi Hebronix’in ilk kaydı “Unreal,” Deerhunter’ın “Monomania” yerine yapmış olması gereken bir albüm gibi.

Glenn Jones – My Garden State
Gitar albümleri için verimli bir yıldı: William Tyler, Chris Forsyth, Cian Nugent gibi isimler mühim kayıtlar yayınladılar ama eski Cul de Sac üyesi Glenn Jones’un New Jersey güzellemesi “My Garden State” aralarında en çok dinlediğim oldu. Kariyeri 30 yılı bulan bir müzisyenle yeni tanışmış olmam benim ayıbım, ama geç kalmış sayılmayız.

inc. – No World
Los Angeles'lı iki kardeşin grubu inc., son yılların sürpriz "Sade'yi sevelim, sayalım" akımına takılan bir grup. Rhye kadar bilinmiyorlar ama kolay dinlenir, pürüzsüz müziklerinde yumuşak soul dokunuşları var. Hep cazır cuzur müzik olmaz, biraz da dinlendiren, "havaya sokan" şeyler gerektiğinde inc.'e bakabilirsiniz. 

Jenny Hval – Jenny Hval
Önceki sene EMA, geçen yıl Grimes’ın yaptığı “tuhaf pop” bu yıl Jenny Hval tarafından çok iyi icra edildi. Kakofoniden sükunete, gökkuşağından karanlığa kadar çok çeşitli karakter gösteriyor Hval, “Innocence is Kinky” albümünde. “Dün gece bilgisayarımda insanların düzüşmesini izledim” diye başlayan bir albümden daha azını beklememek lazım.

Jinja Safari – Jinja Safari

“Vampire Weekend’in resimlisi” deyip işin içinden çıkabilirdim, ama yapmayacağım. Çocukluğunda “Graceland” dinlemiş, kulağı Afrika ritmlerine alışık indie rock’çılarının sıcak sound’larından çeşitli örnekler duyduk son yıllarda. Avustralyalı Jinja Safari’yi özel kılan, şarkı yazarlığında ortalama ilk albüm seviyesinin çok ötesinde bir düzeye erişmiş olmaları.

Lightning Dust – Fantasy
Birkaç yıldır ortalarda olmayan Black Mountain, 1970’lerin etli hard rock sound’una yakın duran bir gruptu. Ekipten Amber Webber ve Joshua Wells’in diğer projesi ise Black Mountain’ın olmadığı her şey: Sakin, minimal elektronik sound’a sahip, düşük tempolu ve içe dönük. Dört yıl aradan sonra dolaptan çıkarttıkları Lightning Dust projesi üçüncü albümünde gördüğü ilginin çok daha fazlasını hak ediyor.

Nadine Shah – Love Your Dum and Mad
Kökeniyle Bat For Lashes’ı, özgüvenli ve tekinsiz haliyle PJ Harvey’yi çağrıştıran, eleştirmenler tarafından Nick Cave referanslarıyla anılan Nadine Shah, Pakistanlı ve Norveçli bir çiftin İngiltere’de doğan çocuğu. Ama bırakalım bunları: Nadine benim için 2013’ün en iyi debut'larından birisine imza attı ve harika bir kariyerin ilk adımını attı. "Runaway" de yılın en iyi şarkılarından biri oldu. 

 

Friday, December 6, 2013

Bir kavuşma: Neko Case konseri

Hayır, bu kez atlayıp gitme sebebim "Ya mükemmel bir şey olur da ben kaçırırsam?" kaygısı, ya da urban dictionary'deki tabirle "fomofobi" değildi. Onu Mayıs'ta yapmıştım: Hibernian 110 yıllık İskoçya Kupası hasretini bitirir de ben orada olmazsam buna dayanamazdım. Arka arkaya iki günde Londra'da Almanların kapışmasını ve Glasgow'da bizim çocukların Celtic ile mücadelesini izlemiştim o haftasonu. Sonuç, tuttuğum iki takımın da daha güçlü olan rakiplerine yenilmesiydi. Hoş, Dortmund, Bayern'e bir son dakika golüyle kaybetmişti; bizimkiler ise ilk dakikalardan teslim olup 3-0 gibi net bir skorla yenilmişti. 26 Mayıs pazar akşamı Edinburgh sokaklarını dolaşırken kendi kendime bu gaza gereksiz biçimde gelmiş olabileceğim ihtimalini düşünmemeye çalışıyordum ama bir daha bunun gibi bir şeyi yapmayacağımın garantisi yoktu. 

Son birkaç yıldır doğumgünlerimde mumları üflerken aşırı iddialı şetler dileyip ertesi sene görkemli kaybedişler yaşıyordum. 2 Kasım gecesi yatağa yatarken aklıma gelen, daha küçük, ama gerçekleştirilebilir ve aslında benim için çok önemli bir şeydi. Neko Case en sevdiğim şarkıcıydı, giderek dostum olmaya doğru gidiyordu ve uzun zamandan sonra en bağlandığım sanatçıydı. Avrupa turnesi varsa onu yakalayabilirdim. Zamanı gelmişti. 

Neko Case, "Middle Cyclone"dan sonra yeni kaydı "The Worse Things Get, The Harder I Fight, The Harder I Fight, The More I Love You" için dört yıl bekledi. Birkaç sebebi var, kendi standartlarına göre biraz daha ünlü oldu, "True Blood," "Hunger Games" gibi projelere müzik üretti. Bir de, o arada hem annesini, hem babasını kaybetti. Uzun yıllar görüşmediğiniz bir arkadaşınızla kötü bir olay olduğunda yeniden bir araya gelirsiniz ve ikiniz de bu durumun tatsızlığının farkındasınızdır ya hani, ve havadan sudan konuşurken bahsetmediginiz şey, "odadaki fil" gibidir. Neko ilk şarkı "Wild Creatures"tan malumu ilam ediyor albümünde: "Artık beni rahatlatacak bir annem de yok." Sizin bir şey anlatmanıza gerek kalmadı, zaten isteseniz de bu kadar iyi anlatamazsınız. Uncut ile yaptığı röportajda yaşadığı depresyonu "bir olimpik havuz dolusu kirli suyu küçük bir lavabo deliğinden boşaltmaya çalışmak gibi" diye tanımlıyor. Bu turneye de pek iyi başlamadı: St. Louis'deki bir konserde sürekli fotograf çeken birisine sinirlenip sahneden indi. Başka bir grup olsa Pitchfork'un skandal yaratacağı bir durumdu ama müzik yazarları Neko'yu severler, olayı çok büyütmediler. Death Grips gibiler çok daha azı için az eleştirilmedi.
Neko her zaman depresif bir kadın değil. "Fox Confessor Brings The Flood," onunla tanıştığım albümü, 2000'lerde en sevdiğim kayıt, hatta hayatımın albümü belki de, "kayıp" üzerine öykülerle doluydu, evet, ama "Middle Cyclone" ise aksine, doğa ve hayat temalarıyla örülüydü. Bu yaşadıklarından sonra benzer bir kayıt beklemek mümkün değil elbette: "The Worse Things Get, The Harder I Fight, The Harder I Fight, The More I Love You" onun "ölümlülük" üzerine en çok yoğunlaştığı albümü. "Where Did I Leave That Fire?"ı alın mesela. Kendisinin imzası olan doğrudan ifadelerle anlatıyor hikayesini; ister yaşlanma deyin, ister olgunlaşma. 

2 Aralık 2013 gecesi Münih'in Muffatwerk salonundaki konserini bu şarkıyla açtı Neko Case. Sahneye çıktığında, "Nihayet yıllar sonra karşımdasınız" diye gözlerimi dolduran ilk R.E.M. veya U2 konserleri tecrübem gibi değil, bir kavuşma gibi hissediyorum. Ben en önde oturuyorum (Konserde dört beş sıra koltuk var ve benim biletim ayakta durmalı; ama ben oturdum ve kaldıran olmadı). Hemen bir metre ötemde işte. Saçları dağınık, kabarık ve hafiften beyazlaşmış. Küçücük, incecik. Tahmin ettiğim gibi durgun. Ama performansı mükemmel. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyebilirim: Neko Case indie'nin en iyi şarkıcısı. Vokal performansının bir eşi daha yok. Ve sahnedeki sesi albümdeki kadar güzel. En ağır şarkısından "This Tornado Loves You"ya giriyor: En keyifli, en melodik şarkılarından birine. Grubu mükemmel, kadim geri vokalisti Kelly Hogan yine Neko ile paslaşıp duruyor: Şarkılar maksimum yoğunlukta, aralarda komiklikler şakalar. "Bu şarkıyı 'Hunger Games' için yaptık," diyor Neko. "Bu yüzden bu kadar zenginiz." Kelly ekliyor: "Bu filmleri izlemedim. Kafamda birbirlerine köfte atan insanlar canlanıyor." Neredeyse tamamen son üç albümden çalıyorlar, kusursuz çalıyorlar ve gidiyorlar. İki bis var ama ne kadar sahici bis bilmiyorum şimdi. Ama ikincisinde "Çok çağırdığınız için geldik" diyorlar, inanıyorum. 

Konser bitiyor, seyircilerin büyük kısmı dağılıyor, grup elemanları sahneye dönüp enstrümanlarını topluyor. Bizim Babylon'daki konserler gibi Neko da döner bir içki içer mi diye beklemiyor değilim ama gelmiyor. Olsun, onu ne kadar sevdiğimi sıkça söyledim ve söylüyorum zaten, Twitter'dan. Bazen cevap veriyor, bazen vermiyor. Olsun, okuduğunu biliyorum. Bir de, safça seviniyorum, "İyi gördüm" diye. Çok mutlu değildi belki ama eğleniyordu, devam ediyordu. Belki St. Louis vakası olmasa bağıra çağıra eşlik ederdim şarkılarına, biraz sarhoş olsam şarkı aralarında "sahnedekine laf yetiştiren, ben buradayım diyen adam" olurdum ama yok, gerek yok. 

2006 sonunda Metacritic'te yılın yüksek puanlı albümlerine bakarken rastgele indirdiğim bir albümün hayatımda bu kadar yer edeceğini bilemezdim. Geçen yedi yılda hayatımın hemen her adımına bir Neko şarkısı eşlik etti. Artık doğumgünü dileklerimde bile aklıma o geliyor. Bugün en iyi dostlarımdan birisi o. Ve evet, onu ilemeye biraz da bir dostu ziyaret eder gibi gittim. Sağlıklı bir ilişkimiz var. 

Friday, November 22, 2013

Arcade Fire - Reflektor



“Shut Up and Play The Hits” çok iyi bir müzik belgeseli değildir, ama ilginç detayları vardır. LCD Soundsystem’ın son konseri kadar, James Murphy’nin o veda gecesine hazırlanışı ve performansın ertesi gününe de eğilir, ki ilginç kısımları da bunlardır zaten. Madison Square Garden’da rüya gibi bir “son konser” vermiş olmak gibi bir katarsis yaşamıştır Murphy. Ertesi gün ise boşluğunu yüzünden okursunuz, hatta biraz da “Ne yaptım ben?” pişmanlığını. LCD Soundsystem, 2000’lerin en popüler, en saygı gören indie gruplarından birisi, sanatsal ve ticari açıdan hiç de tökezlemediği bir anda neden jübile yapmak ister ki? Murphy yarı şaka yarı ciddi, istediği bazı şeylere daha çok vakit ayırmak istediğini söyler: “Mesela kahve yapmak!” Konserin ertesi günü kahvesini yaparken üzerinde rahatlama değil, “Acaba büyük bir hata mı yaptım?” duygusu vardır.

Murphy’nin LCD Soundsystem’ı dağıtma kararı aslında “yapacağımız her şeyi yaptık” duygusuydu. Tekrara düşmek istemiyordu, gereğinden fazla uzatan tüm gruplar kendisinin parodisi haline geliyorken, farklı, samimi ve dürüst olmakla nam salan LCD Soundsystem’ın o yola girmesini istemiyordu. Bıraktı. Son konserlerinde herkesin beyaz giyinmesini istedi, bir arada mükemmel bir cenaze ve sıradışı bir kutlama yapacaklardı. O Madison Square Garden konseri her anlamda bir zirve ve son nokta oldu.

Üç sene önce Arcade Fire’ın “The Suburbs” kritiğini şucümlelerle bitirmişim: “’the suburbs,’ şimdiden 2010'un en iyi albümü. 2011 ve 2012'nin de. nereden mi biliyorum? çünkü arcade fire sadece üç yılda bir albüm yayınlıyor.” İddialı, evet. Ama Arcade Fire’la ilgili beklentilerim asla bunun aşağısında değil. Benim için günümüzün sanatsal anlamda en değerli grubu onlar. Bunun ne demek olduğunu tam olarak nasıl anlatabilirim bilmiyorum, gruplara neden böyle sıfatlar yüklediğimi de bilmiyorum. Ama bugünlerimizi tanımlayacak bir grup gerektiğinde, “o” grup Arcade Fire. En çok satan, en popüler, turneleri en çok kazandıran, albümleri hayatı durduran, en büyük grup değiller belki. Ama şu anda müziğin ne olduğuna dair bir meşale varsa bunu taşıyanlar onlar. Evet, müzik doğrusal ilerlemez, şu anda coğrafyasının sağından solundan farklı sınırlara ilerleyen pek çok heyecan verici grup var. Ama Arcade Fire’ın büyük gruplara özgü tezatlardan oluşan karışımını kendisinde barındırdığını düşünüyorum. Belli bir ölçüde büyükler ama tamamen bağımsızlar, modalardan, diğer gruplardan, standartlardan, endüstri kurallarından. Çağdaşları pek çok grubun yolunu aydınlatıyorlar ama taklit edilemez bir özgünlükleri var. Onları kalabalıktan ayıracak kadar ayrıksılar, ama deneysellikleri anlaşılmaz dozda değil, dolayısıyla yolculuklarını sadece bir avuç insan değil, yüzbinlerce insan takip ediyor. Benim için Arcade Fire’ı günümüzün sanatsal anlamda en değerli grubu yapan şeyler bunlar.

Evet, Arcade Fire’ı çok önemsiyorum. Onların astronomik bir kesinlikle üç yılda bir yayınladıkları albümlerini birer nimet olarak görüyorum. Ve durmalarından korkuyorum. İlk üç albümlerinin her biri kendi adına önemliydi. “Funeral” her yeni grubun birisinin 2000’lerdeki versiyonu olmasının heyecan verici bulunduğu günlerde hiçbir şeye benzememesiyle değerliydi. “Neon Bible” cesur politik ve dini mesajlarıyla çarpıcıydı. “The Suburbs” ilk gençlik nostaljisi konseptiyle etkileyiciydi. “Reflektor”da da ilk etapta bir anlatı, bir konsept, bütünlüklü bir ruh aradım; onların müziklerini, tıpkı Radiohead’in albümlerini tasarladıkları gibi, parçalarının toplamından ayrı, anlamlı bir bütün olarak ürettiklerini düşünerek. Şu anda bana 85 dakikalık bir hikaye anlatıyor “Reflektor,” ama ilk dinleyişlerimde ilk defa birbirlerinden farklı parçalara bu kadar odaklandıklarını düşündüm. Şöyle de diyebiliriz, shuffle’da dinlendiğinde de anlamlı olabilecek ilk Arcade Fire albümü buydu. Evet, belki de LCD Soundsystem gibi, Arcade Fire da bir yolun sonuna gelmişti, yapabileceği her şeyi yapmıştı, ama bu dağılmak için yeterli sebep değildi.

Bugün 85 dakikalık bir albüm yapan her grup, özellikle de belirgin derecede kısaltılabilecek iki şarkı sayesinde bir CD’nin uzunluğunu aşmışsa, bir “statement” verdiğinin farkındadır. Arcade Fire o irade beyanlarını sıkça yapmış bir grup, hatta giderek onların varlığı bile bir şeyin beyanı zaten. “Normal Person”ın ilk dakikalarında “Rock’n’roll dinlemek istiyor musunuz?” diyor Win Butler, “Çünkü ben istediğimden emin değilim.” Ben bunu şöyle okuyorum: Evet, artık biz de oyunun içindeyiz, ama yine de bizim kurallarımızla oynayacağız. Belki de biraz Peter Murphy’nin kurallarıyla. Sanki Win ve arkadaşları Peter’la kafa kafaya vermişler, “Sprawl II (Mountains Beyond Mountains)”ı dinleyip, “İşte bunun varyasyonlarını yapacağız” demişler. İyi sonuç vermemiş demek imkansız: “Reflektor” Hercules and Love Affair’in “Blind”ından bu yana gelmiş en güzel disco şarkısı. “Flashbulb Eyes” ise The Clash’in “Sandinista!” günlerinden bu yana rock’ın gördüğü en iyi dub denemesi. Dinleyip de bir Pazar öğleden sonrasında Brick Lane’de hissetmek mümkün: Oradaki fahiş fiyattan satılan ama yine de almadan edemediğiniz aşırı nadir funk ve reggae müziklerinden bir tanesi gibi. “Here Comes The Night Time” daha tanıdık bir tını, “Haiti”nin içmeye erken başlamış ve akşamın güzel saatinde kafa olmuş bir hali aslında. “You Already Know”a ne demeli? The Smiths’in yapmadığı en iyi The Smiths şarkısı? Eski Arcade Fire’ı özleyenler “Awful Sound (Oh Eurydice)”a talim edeceklerdir. Ben iki mükemmel disco rock şarkısı “It’s Never Over (Hey Orpheus)” ve “Afterlife”a da fitim. Evet, yeni Arcade Fire’sa ben yeni Arcade Fire’a da hayranım, çünkü albümün en güzel şarkıları bunlar. İkincisi yılın en güzel şarkısı da olabilir.

James Murphy bir röportajında eski günlerini özlediğini inkar ediyor ve “Grup bendim zaten” diyor. Evet, LCD Soundsystem oydu ve isterse kendi yaptığı yeni albümlerde de LCD Soundsystem’da ne yapmak isterse yapabilir. Arcade Fire’a hiç sahip olmadığı grup gibi davranmış ve belki kimilerine göre “Reflektor”ı haddinden fazla sahiplenmiş. Arcade Fire da belki onun hikayesinden feyz alıp kendi hikayesine daha çok tutunmuş olabilir. Her neyse sebep, Arcade Fire artık içine sıkı sıkıya kapanan, hiçbir şeyin kendilerini etkilemesine izin vermeyen bir grup değil. The Reflektors personasıyla takılıyorlar, hatta izleyicilerinin de kostümlerle gelip eğlencelere katılmasını umuyorlar. Win ve Regine'i bir röportajda izlediyseniz biliyorsunuzdur, tuhaf bir mizah anlayışları vardır. Ama artık gerginliklerini atmışlar, daha fazla koşup oynuyorlar. Belki ileride düşüp yuvarlanabilirler ama şu an için keyifleri yerinde görünüyor.