Thursday, April 4, 2013

32. İstanbul Film Festivali günlüğü (bir)


Derin Sular
Baltasar Kormakur'un sineması birlikte yaşlandıklarımdan. İlk filmi "101 Reykjavik" benim izlediğim ilk İstanbul Film Festivali'ndeydi. İzlanda'daki "kendini iyi hisset" filmlerinden Hollywood aksiyonlarına kadar farklı perdelere gitti geldi. Geçen yıl ülkesi adına Oscar yarışına çıkan "Derin Sular" sanki ikisinin ortasında: İzlanda'da çekilmiş ama Hollywood'un çektiği hayatta kalma filmlerine yakın duruyor. İzlerken aklınıza "Life of Pi" gelecek şüphesiz, ama Ang Lee'nin renkli paletini düşünmeyin, burada neredeyse siyah-beyaz, hatta siyah-gri bir ton tutturuyor Kormakur. Kutup denizinin soğuğunu iliklerinize kadar hissedeceğiniz, ilerleyen hamlelerinde de hep şaşıracağınız, çok iyi işlenmiş bir film bu. Evet, konusu biraz Amerikan-vari olabilir ama tuttuğu yolun bildik Kormakur hümanizminden payını almadığını söylemek mümkün değil.
Çekme Kaset notu:


Aşk Kokusu
1970 Aralık'ında John Lennon solo kariyerinin en tartışmalı şarkılarından biri olan "God"ı yayınladı. "Rüya bitti" dedi Lennon. Bu, pek çoklarına göre 68'lilerin yenilgiyi kabulüydü. 1970'lerin başı pek çoklarına göre hayal kırıklığıyla eşdeğerdir, ama 1971'de, Paris'te, liselerde hala devrime inanan çocuklar var. Olivier Assayas "Aşk Kokusu"nda kamerasını onlara doğrultuyor. Fransızca adı "Mayıs'tan Sonra," İngilizce adı "Havada Bir Şey Var" gibi çevrilebilir, ki filmin ruhuna daha uygun. Mayıs 68'den sonrasındayız, havada bir ruh var. Ama bu özgürlük havasını kendi küçük komünitelerinde hisseden bir grup, bunu toplumsal özgürleşmeye çevirmeye çalışıyor. Ne kadar başarılı olduklarını filmde görebilirsiniz, ama Assayas'nın onlara tepeden bakmaması, onların özgür şiddet, seks, uyuşturucu ve sanat "deney(im)lerini" diyelim bir Larry Clark tavrıyla yargılamaması artı puan. Filmin yönetimindeki serbesti de belki de gençlik enerjisiyle bağdaşabilir. Her ne kadar filmin senaryosu da özellikle finale doğru iyice gevşese ve odağı kaçırsa da, nihayetinde izlemenin keyif verdiği bir film bu. Özellikle stili ve sanatıyla 1970'leri çok seven benim için.
Çekme Kaset notu: 6.5


'45 Ruhu
"The Angels' Share" veya "Looking For Eric" gibi pozitif filmlerden sonra yeniden "ciddi" siyasal filmlere dönüyor Ken Loach ve II. Dünya Savaşı sonrasında yıkılmış İngiltere'nin nasıl ayağa kalktığını bir belgeselle anlatıyor. Loach lafı evelemeden, İngiltere'nin ayağa kalkış reçetesi olarak İşçi Partisini ve sosyalizmi gösteriyor. Margaret Thatcher dönemine kadar sağlık, eğitim, ulaşım, konut gibi başlıklarda yapılan ilerlemeleri gösteriyor. Özellikle İngiliz sağlık sistemi NHS'in özelleştirilmesinin Ada basınında yoğun olarak tartışıldığı günlerde bu filmin çıkması Loach'un açık bir mesajı. Günümüzde "sosyalist" kelimesinin neredeyse çağdışı görüldüğü bir ülke ve siyasi iklimde, Loach'un böylesi bir film çekmesinin beni heyecanlandırdığını gizleyecek değilim. (Ki, sosyalist değilim) Üzerine, Britanya'daki sol çizgiye ve işçi sınıfı yaklaşımına sinemadan kaynaklı bir sempatim olduğu için filmi yorulsam da keyifle izledim. Ancak belgeselin son derece eski stil olduğu ve biraz eğitim filmi havasında olduğu da bir gerçek. Artı, hikayeyi fazlasıyla tek taraftan anlatması da "45 Ruhu"nu bir propaganda filmi haline getiriyor.
Çekme Kaset notu: 6.5 


Mekong Hotel
"Ya bir kamerayı oynat bir şey yap!" Atlas Sineması'ndan çıkan genç kızın Apichatpong Weerasethakul'a isyanı böyleydi. Bundan yıllar önce bir sabah seansında Emek'te Tsai Ming-Liang'ın "Elveda Sinema"sında uzadıkça uzayan sinema salonunu süpürme sahnesinde "Aaay ay!" diye iç geçiren kızdan beri en güzel festivalci dışavurumuydu herhalde. Böyle tepkiler hoşuma gidiyor açıkçası. Mekong Hotel de sonunda alkışlandı. Bittiği için alkışlandı yani. Ben çoğunluk kadar acımasız değilim. Ve aslında bir festival izleyicisinin (en azından hatırı sayılır bir bölümünün) ne izleyeceğine dair hazırlıklı olması gerektiğini düşünüyorum. Weerasethakul'un sineması artık sürpriz değil. 57 dakika olmasına üstelik yönetmenin sineması için alışılmadık biçimde müzikle örülü olmasına karşın hazmı kolay bir film değil. Perdede görülen pek çok olayı anlamlandırmak da izleyici için çok kolay değil, o da kabul. Ancak bu filmden keyif almak için biraz Weerasethakul'un sinemasına hakim olmak gerekiyor. İki filmi "Tropik Hastalık" ve "Amcam Eski Hayatlarını Hatırlıyor"daki gibi sıradan olanın içine doğaüstünü geçirişi, tuhaf bir mizah anlayışı ve yaptığı şeye derinden bağlanışı burada da var. Belli ki en fazla bir haftada çekilmiş, biraz "ara film" hissi var burada. Ama hazırlıklı olmayanlar için 57 dakikalık bir işkence olduğu kesin.
Çekme Kaset notu: Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor'u sevenler için 6. 
Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor'u sevmeyenler için 0. 

* Emek demişken... Ya da boşverin, artık Emek'ten bahsetmek içimi acıtıyor. Pazar günkü eylem çok güzeldi, ama belki de geç kaldık. Yine de Altyazı'da Senem Aytaç'ın "Bizim için halen bir mücadele alanı" demiş olmasından hareketle "Bitti demeden bitmez" dememiz gerekiyor belki de.


Gördüğüne İnan
Mike Figgis İngiliz sinemasının gerçek anlamda "auteur" sıfatını hak eden yönetmenlerinden. Onu Oscar yoluna sokan "Leaving Las Vegas" bile alışıldık kalıpları bozan anlatım numaralarına sahip bir filmdi. Deneysel filmi "Long Live Long"u izlemedim ama "Suspension of Disbelief" üstadın araştırmaktan bıkmadığının kanıtı. Atlas'taki gösteriminde düşük bütçeyle baş etmenin yollarını anlattı ama teknolojinin işleri kolaylaştırdığından, dijital çekmenin çekim ve kurgu maliyetlerini düşürdüğünden de bahsetti. "Gördüğüne İnan," bir yazar ve dramatürji hocasının, oyuncu kızının ve yönetmen sevgilisinin etrafında dönüp kurmaca-gerçek arasında geçişler yapan bir hikaye anlatıyor. Kurmaca içinde gerçek içinde kurmaca derken neyin gerçek, neyin kurmaca olduğunu sorgular buluyorsunuz kendinizi. Bu algı oyunlarının üstesinden hakkıyla geliyor Figgis, üzerine de bunu film noir'a bir saygı duruşunda bulunarak yapıyor.
Çekme Kaset notu:

No comments:

Post a Comment