Thursday, May 2, 2013

Justin Bieber konseri: Görmek, inanmaktır


İleride Justin Bieber biyografisi yazılırken, “Believe Tour”un Avrupa ayağı mutlaka önemli yer tutacak. Tartışmalarıyla, inişleri çıkışlarıyla kitaplık malzeme çıkarttı çünkü. Londra konserlerinin ilkine iki saat geç çıktı, tabloid basını onu topa tuttu, ertesi gün konsere vaktinden erken çıktı. Üçüncü Londra konserinde bayıldı, hafta biterken de bir İngiliz paparazziye saldırdı. İki Portekiz konserinin ikincisi iptal edildi, iddialara göre sebep düşük bilet satışlarıydı. Norveç konserleri için Oslo’daki okullar sınav tarihlerini ertelediler. Aldığı
maymunu Almanya sınırlarına sokulmadı. İsveç'te turne otobüsünde marihuana bulundu. Hollanda'da Anne Frank için "Yaşasaydı Belieber olurdu" dedi. Türkiye'ye kaçak giriş yapmaya çalıştı.

Bütün bu tartışmaları kısmen içeriden, çokça dışarıdan izledim. O2 konserlerinin ilkinde Londra’daydım. Saat 10’da Justin Bieber tişörtlü küçük kızların konseri izleyemeden eve dönüşlerinde metroda karşılaştım. İngiliz tabloidler dört koldan ona saldırırken her gelişmeyi okudum. Ama 13 Nisan akşamı Hollanda’da, Arnhem’in GelreDome’unda gördüğüm, Belieber’ların tüm bu tartışmalardan hiç mi hiç etkilenmediğiydi.

Arnhem küçük bir şehir, dolayısıyla kentin artan nüfusunun tek sebebi Justin Bieber konseri. Amsterdam’dan bir saatlik tren yolculuğuyla kente gelirken bile Bieber hayranlarını görüyorsunuz. Zaten Arnhem merkezden konser salonuna kadar gitmek için adres sormaya, yol tarifi almaya gerek yok, Belieber kalabalığını takip etmek yeterli. Belieber kalabalığını tespit etmek de kolay: 14 yaş altında birlikte gezen kız grupları varsa ya da annesinin veya babasının refakat ettiği küçük tek bir kız bir yere gidiyorsa o Belieber işte. Justin tişörtlü ya da şapkalı, hatta yüzünde ve kollarında JB yazanları saymıyorum bile.


GelreDome dünyanın en ilginç stadyumlarından birisi. Üstü tamamen kapanabiliyor, altı da tamamen açılabiliyor. Nasıl mı dediniz? Kibrit kutusu gibi, çimler raylı sistemle bir kale arkasından dışarı kaydırılabiliyor. Böylece hem konserlerde zemin zarar görmüyor, hem de çimler daha fazla ışık alabiliyor. Konser için sandalyeler de saha içine dizilmiş ve kapalı spor salonu atmosferi verilmiş. Girişte o salon ve statta iz bırakmış herkesin yıldızı var: U2 konserinden, Vitesse'nin Ajax'ı 4-1 yenmesine kadar. O günden sonra muhtemelen bir Justin Bieber yıldızı da çakmışlardır kapıya.İçeride oturmalı düzen var. Herkesin yeri belli, ancak kimsenin yerinde durmayacağı garanti. Oturanlar genelde erkekler: İçerideki 30.000 kişinin belki 30 tanesi falan erkek zaten, onlar da kızlarını getirenler. Benim yanımda benim yaşlarımda bir eleman var, kız arkadaşıyla gelmiş, onla laflıyoruz. "Fan mısın?" "Yok ya, değilim. Sen?" "Yok ya ne alakası var" diye birbirimizi temize çektikten sonra öğreniyorum, organizatörün arkadaşıymış, meraktan gelmiş. Ama kalabalık ve coşku benim gibi onu da etkiliyor: "Beni pedofil sanma ama Bieber eğlenmek istese bu kadar kız var..." gibi bir şeyler söylüyor, tam anlamıyorum.


Ön grup Hollandalı MainStreet’te bile yaşanacak çılgınlığın ilk işaretleri geliyor. Dört tane genç oğlan dans edip şarkı söylüyorlar, sahne gösterileri bundan ibaret. Amatörden halliceler ama belli ki orada popülerler. Orada bile katılım yüksek. MainStreet’in ardından DJ Tay James sahneye çıkınca coşku katlanıyor. James herhangi bir DJ değil, Rihanna’dan Black Eyed Peas’e, günümüzün tüm pop hitlerini çalmakla kalmıyor, elinde mikrofon, seyirciye hükmediyor. Kitle coşmaya razı zaten ama “Hazır mısınız?” diye bağırıp aynı anda zıplattığı seyirciler tam anlamıyla olaya ısınıyorlar. Arada gözüm sahne arkasından çıkan kızlara takılıyor. Belli ki en pahalı biletleri alıp "Meet & Greet" hakkını kazananlar onlar. Arkada hediye edilmiş çantalarından tanıyabiliyorsunuz. Neredeyse hepsi eliyle yüzünü kapatarak, hıçkıra hıçkıra ağlayarak çıkıyor arkadan. Az önce en büyük hayranı oldukları sanatçıyla tanışmanın şaşkınlığı yüzlerinde. O ifade birazdan GelreDome’daki 30.000 kişinin yüzlerinde. Önce 10 dakikalık bir geri sayım yansıtılıyor ekranlara. Saat 22’yi gösterdiğinde ise önce ışıklar sönüyor. Dev ekrana Justin’in silueti yansıyor. Sonra da dev kanatlarıyla uçarak sahneye iniyor ve çığlıklar kulağı yırtar hale geliyor. ‘All Around The World’ çalınıyor ve şov başlıyor.


Konser başladığında kimse yerinde durmuyor elbette. Genç kızlar koltukların üzerinde, yaşı 8-9’un altında olanlar babalarının omuzlarında. O ortamda benim de koltuğun üzerine çıkacak halim yok, hem tepeye çıkıp arkamdaki kızların görüşünü bozmak istemem. Ama 11 yaşındaki kız yüzünden sahneyi görememek nereden baksan tuhaf bir durum. Ayakta durunca sahneyi görebildiğim bir açı yakalamak bana yetiyor. Bieber hayranı değilim, konsere yakın zamanda bilgimi gözden geçirmek için albümlerini baştan dinledim ama kabul etmeliyim ki Popun Prensi bana göre değil. Ama o ortamda olmak heyecan verici. Bir kere, hiç dinmeyen genç kız çığlıkları yorucu da olsa etkileyici. Şöyle diyeyim: Türk Telekom Arena’daki desibel rekorunu Şükrü Saracoğlu’nda sadece kadın ve çocukların alındığı maçla çarpın, bir Bieber konserindeki atmosfere biraz yaklaşabilirsiniz. İkinci olarak, pek çok arena konserinde saha içindekiler en kemik kitledir, uzakta oturanlar çoğunlukla işin eğlencesine gelmiş kitledir. Justin Bieber konserinde ise öyle değil. Sahaya en uzak tribünden, en öndekilere kadar herkes olayın içinde. Justin ceketini biraz açıp bir omzunu gösteriyor, salon sallanıyor. Seyircilere “Kaçınız ‘Believe’ albümümü aldı?” diye soruyor, arena yıkılıyor. Müziği benim kalemim olmayabilir ama seyircisi mükemmel. En arkadan en öne kadar herkesin bu kadar içine girdiği bir konser görmedim. "Keşke herkesin bu kadar coşkulu bir rock konseri izleyebilsem" diye düşündüm.

Bu tip büyük prodüksiyonlarda sürprize yer olmadığını bilirsiniz. Bir şarkı sonunda sahne zemininin açılması ve Justin’in oraya düşmesi, tam da o anda dev ekranda Justin’in suyun altındaki görüntünün belirmesi gibi. Ya da şarkıyı bitirdikten sonra sahneden koşarak çıkması sonrası mini bir gangster filminin dev ekranda oynaması gibi. Dev ekrandaki görüntüler, koreografiler, fişekler, konfetiler: Bir pop konserinden istediğiniz tüm aşırılıklar, eğlenceyi garantileyecek her türlü oyuncak mevcut sahnede. Benim dışımda bu durumda olan kimse
yoktu ama hoşlanmadığınız bir şarkıda bile sahnede ne olduğunu sürekli takip etmek zorundasınız, çünkü sürekli bir hareket var. Justin de seyircisini boş bırakmıyor elbette. Bazen bir platformun üzerine çıkıyor ve metrelerce yukarı çıkan o platform sayesinde uzak köşelere de yaklaşmış oluyor. Sadece en öndekilerin keyif alabileceği bir şov değil bu. Yine de yakındakiler şanslı zira ‘One Less Lonely Girl’de sahneye çıkartılıp Justin’le dans eden kız önlerden seçiliyor haliyle.


Her dört-beş şarkıda bir verilen aralarda minik klipler de gösteriliyor. Bir tanesinde, Justin Bieber’ın son birkaç yıl içerisinde nereden nereye geldiği anlatılıyor. Tirajlar, ödüller, dergi kapakları, televizyon röportajları ve hatta sert eleştiriler ekrandayken Bieber fenomeninin meteor hızındaki değişimini daha net anlıyor insan. Yazının başında bahsettiğimiz olaylar da bu ünün bedeli belki de. Ama Justin (yine dev ekrandan gösterildiği ve hepinizin de bildiği üzere) çok küçük yaşlarından bu yana bugünlerin hayalini kurmuş, hep sahnede, göz önünde olmak istemiş, şarkıcı olmak için doğmuş bir genç. “Believe” veya “Never Say Never”la verdiği mesaj da kendi hayalini gerçekleştirmiş olması ve hayranlarının da kendi hayallerini gerçekleştirmesi için kendisinden ilham alması. “İster müzisyen, ister polis, ister yönetmen olun, yeter ki olmak istediğiniz kişi olun” diyor Bieber.

“Believe Acoustic”ten ‘Be Alright’ ve ‘Fall’da akustik gitar performansını gösterirken bir ara da davula geçip solo atmayı ihmal etmiyor. Sahnede bir an boyunca durmadan dans ettiğini de düşünürseniz takdire şayan bir performans. Zaten Bieber’ın müziğini sevmeyen birisi olarak konserden sonra kendisine saygı duymaya başlamamın sebebi bu. Justin çok çalışıyor. Kendisinin endüstri tarafından yaratılan bir başka plastik popstar olmadığını ikna etmek için çok çabalıyor. Ciddiye alınmak istiyor ve Grammy’lere aday olmadığında bu
yüzden çok bozuluyor. Şahsi fikrimi sorarsanız, Justin’in albümleri ciddiye alınmasına yetmeyecek. Evet, ‘Boyfriend’in, ‘Baby’nin, ‘Beauty and a Beat’in ve diğer hitlerini yok sayacak değilim ancak yine de albümlerine baktığımızda Justin hayal ettiği yerin çok gerisinde. Kimisi ondan yeni Michael Jackson olmasını bekliyor, kimisi de Justin Timberlake olma hayallerini kurduğunu söylüyor. Bieber “Sadece kendim olmak istiyorum” dese de içten içe bu hayalleri kurduğunu görmemek imkansız. “My World 2.0” ve “Believe” arasında inanılmaz bir mesafe kat etmiş olduğunu teslim etsem de popun en iyileriyle kıyaslandığında albümleri hala vasat çizgisi civarında. Ancak şu noktada ona haksızlık etmemek lazım: Justin hala 19 yaşında.
Kıyaslandığı isimler, Jackson ve Timberlake, önce gruplarında piştiler ve sonra solo kariyere başladılar. Bieber ise hep tek başınaydı. Ayrıca Jackson ilk kaydadeğer albümü “Off The Wall”u yapana kadar dört tane kayda imza atmıştı. Bieber’a da ciddiye alınacağı o büyük albümü için kredi açmak gerekiyor belki de.

Ama bir yandan da bunun o kadar da önemi yok belki: Justin Bieber şimdiden pop tarihinin en büyük fenomenlerinden birisi oldu. Yazının başında belirttiğimiz gibi, olay çıkartma ve manşet malzemesi yaratma konusunda Michael Jackson’la yarışır düzeyde ama hiçbir şeyi kafasına takmamayı ve işine bakmayı başarıyor. Bunu yaparken de en büyük desteğinin hayranları olduğunu biliyor. Bir Justin Bieber konserinde göreceğiniz en büyük olay da bu zaten: Karşılıklı iletişim konusunda hayranlarıyla daha kuvvetli bir ilişki kuran bir popstar daha yok. ‘Believe’e sıra geldiğinde ellerinde önceden hazırladıkları “We Believe” (İnanıyoruz) pankartlarını açan binlerce hayrandan bahsediyoruz. Justin de “Bu şarkı, bu albüm, bu turne, benim tüm hayatım bir mesaj içeriyor” diyor. O mesaj, dediğimiz gibi, hayranlarının da Justin’i kutup yıldızı gibi takip edip, kendi hayallerini gerçekleştirme cesaretini bulması.

Justin Bieber ve hayranları arasındaki ilişki bu derece kuvvetli olduğu sürece ödüllerin, tirajların, kötü eleştirilerin veya hayal kırıklıklarının önemi gerçekten yok gibi görünüyor. Bieber konserleri de o ilişkinin en canlı şekilde kurulduğu yerler oluyor.

No comments:

Post a Comment