Tuesday, August 6, 2013

Duvara karşı omuz omuza

Roger Waters’ın ilk İstanbul konserinden, aklımdan hiç çıkmayan bir detaydır: “Mother” sırasında “Anne devlete güvenmeli miyim?” dizesine binlerce insan, sanki sözleşmiş gibi “No!” diye cevap vermişti. 2013’te bu cevabı Waters’ın duvarına İngilizce (“No fucking way!”) ve Türkçe (“Kesinlikle hayır”) yansıttığı bir gerçekti, ama bu sufle olmasa da cevap, 2006’dakinden çok daha güçlü, çok daha hissederek, çok daha isabetle haykırılacaktı. 2013’ün İstanbul’u, 2006’dakinden çok farklıydı.

Hayattaki temel dürtülerimden birisi "O anda bulunmadığım bir yerde harika bir şeyin olduğu" fikri. Bu yüzden mümkün olduğunca çok yere yetişmeye çalışıyorum sanırım. Tuhaf biliyorum ama çoğu zaman bir şeyi televizyondan ya da internetten izlerken "Şu anda dünyada olunacak yer orası işte" diye iç geçiriyorum. Bu yaz İstanbul hiç olmadığı kadar o yerdi. Waters'ın Gezi Parkı eylemcilerine gönderdiği harika mesajdaki laf boşuna değildi. "Şu anda siz dünyadaki en önemli şeyi yapmaktasınız" demişti direnişçiler için.

Biz bu yazı doğru yerde geçirdiğimiz gibi, pazar akşamı da olunması gereken yerdeydik. Roger Waters da öyleydi. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru ruh halinde, doğru müzikleri dinledik. Bu yüzden 33 yıllık bir başyapıt her zamankinden daha anlamlı, daha gerçek, daha etkileyici geldi kulağa. Bir yaz boyunca sokakta gördüklerimizin televizyonda yayınlanmadığını, gerçekte olanların nasıl binbir yalanla değiştirildiğini, kirli oynamayı nasıl da iyi bildiklerini ilk defa bu kadar yakından öğrendik. Olay ağaç meselesi değildi elbette, yıllarca örülen duvarlar artık nefes almayı zorlaştırır hale gelmişti, duvarlar üstümüze üstümüze gelince de ilk defa biz duvarın üstüne yürüdük. Performansın finalinde olduğu gibi duvarın yerle bir olmasına çok var daha, ama duvarda ilk çatlak oluştu, Cohen üstadın dediği gibi "ışık da oradan girer içeri."

Konserin sonuna zıplayalım: Roger Waters, "The Wall" performansının sonunda "Bugüne kadar 190, ya da 191 konser verdik. Bugüne kadarki konserler arasında sahnede olanlarla en yakın bağ kuran sizdiniz. Bu fark ediliyor. Teşekkür ederim." dedi, boşuna değildi. Biz Roger Waters'ın İstanbul konserini bu yaz Türkiye'de yaşadığımız her şeyin sonrasında (ya da tam ortasında) izleyebildiğimiz için şanslıydık. "Birlikte ayaktayız, bölünürsek yıkılırız" dizelerini ilk defa gerçek anlamıyla bu yaz yaşadık çünkü. Biliyorduk ki, o duvardan bize gülümseyen Abdocan'ın, Ali İsmail'in yerinde biz olabilirdik. Mehmet'in, Ethem'in hüzün dolu son bakışının yerine bizim bir fotoğrafımız olabilirdi herkesin kafasına kazınan. (Medeni Yıldırım'ın yokluğu bir eksiklikti, keşke olsaydı. Mustafa Sarı'nın fotoğrafının olmasını da bir devlet anlayışını, bir yönetemeyiş krizini, muktedirin hiddetinin en yakınında görünenleri bile nasıl zehirlediğini hatırlatması açısından çok anlamlı buldum.) Waters muazzam şekilde kaleme alınmış ve pek başarılı şekilde telaffuz edilememiş metninde isabetle söyledi zaten: O beşliyi "Devlet teröründen ölenler" diye anarak.

"The Wall" zaten yıllarca devlete, sisteme, geniş anlamıyla muktedire, kapitalizme, açgözlülüğe, tüketime, iletişimsizliğe dair tüm nefretimizi tercüme eden, bazen umutsuzluğumuzu, bazen de direnme kuvvetimizi borçlu olduğumuz bir albümdü. 33 yıl aradan sonra hala çok taze, çok güncel gelmesi Waters'ın şapka çıkartılacak vizyonu. Bu albümün sahnedeki hali ise müziğin çok ötesinde. "The Wall Live"ı izleyenler sadece bir konser izlemedi. Sinema, müzikal, video art, performans sanatı da vardı onun içinde, bir tarih dersi, haber bülteni, siyasal bilgiler konferansı da. Bu yaz hepimizin ekstra politize olması ve "duvar"a karşı aşırı öfkeli olmamız dolayısıyla "Faşizme karşı omuz omuza," "Her yer Taksim, her yer direniş" sloganlarıyla bir mitinge döndü. Gece bittiğinde yorgunluktan uyuyamama hissi, heyecandan, birlik olma duygusundan, olağanüstü bir tecrübe yaşamış olmanın doygunluğundan dolayı uyuyamamaya dönüştü. Saatler sonra sızdığımda, rüyamda Abdocan'la Ali İsmail'i gördüm. Ne bu yaz yaşadıklarımızın, ne de o olağanüstü performansın imgeleminin bizi uzun süre terk etmeyeceğinin belgesi gibiydi. 

1 comment:

  1. Yaşamış kadar oldum neredeyse, ama koca bir "neredeyse" tabi.. Aynı tat olmayacak ama Düsseldorf'takine gideceğim sanırım.. Not: Seni de seviyorum Roger Waters'ı da! Öpüyorum ikinizi de!

    ReplyDelete