Friday, October 4, 2013

Glastonbury: Bir hayal, bir festival, bir his


Bu yazı 2011 güzünde Babylon Dergi'de yayınlanmıştır. 

Coldplay’in destansı performansının ortasında, “Us Against The World”ü çalmadan önce seyirciye şöyle sesleniyor Chris Martin: “Farz edelim bu şarkı sizi anlatsın. İki genç insan tüm gün yağmur altında, çamurla boğuşmuş. Ama yine de birbirlerini seviyorlar, yine de mutlular, yine de Glastonbury’de harika vakit geçiriyorlar.” Martin’in şartlara uyarladığı bu yeni şarkı, gerçekten de Glastonbury’de olmanın neye benzediğini anlatabiliyor bir yanıyla. Dünyanın en büyük açık hava müzik festivalindesiniz ama sizi zorlayacak çok şey var. Yağmur, çamur, kalabalık, yorgunluk, hatta aynı anda birkaç yerde olamama sorunu; Glastonbury’nin hiç de kolay bir mücadele olmadığının kanıtları. Ama öyle bir şey var ki orada, adeta bağımlılık yapıcı. 

Eğer en iyi ve kompakt line-up’ı izlemekse olay, Rock Werchter en iyisidir. Güzel hava ve bol eğlence hedefleniyorsa Benicassim iyi tercihtir. Rock’ın devler ligiyle ilgileniyorsanız istikamet Reading-Leeds, indie’ye odaklanmak istiyorsanız Coachella olmalı. Glastonbury ise bunların ötesinde bir anlama sahip. 180.000 kadar insanı, hangi grupları izleyeceğini bile bilmeden biletleri birkaç saat içinde işte tüketmeye iten şey de o anlamın içinde gizli. Geçen Haziran’da o 180.000’in arasındaydım. Yıllarca uzaktan hayranlıkla izlediğim videoların, gıptayla baktığım fotoğrafların bu defa içinde olmak, dinlediğim kayıtlardaki seslere çığlıklarımla katkı yapmak için. Festivali en ince detayına kadar anlatacak değilim. Zira “Groundhog Day” gerçek olsa ve Glastonbury’yi en baştan tekrar tekrar yaşasanız, her tecrübeniz birbirinden farklı olacaktır, emin olun. Bu yüzden, oradan sonra yazılar yazan her insandaki tortusu da bambaşka olacaktır. 

Ben dersimi ilk gün aldım. Bir sahneye koşarken ardımda Morrissey, Fleet Foxes, Ke$ha, Jamie XX, KT Tunstall, Badly Drawn Boy, Chase and Status ve daha onlarcasını bıraktığım an fark ettim her an her yerde olamayacağımı. Sadece bu tecrübenin tadını çıkarmam gerektiğini. Gittiğim yerde ise Radiohead vardı ve (kendi standartlarında) ufak bir alanda, The Park’ta “Sürpriz sanatçı” sıfatıyla çalmaktaydı. Yani, zaten iyi şeyler izleyeceksiniz, kaçırdıklarınızı boşverin. 

Sanırım bu farkına varış Worthy Farm’daki herkese hasıl olmuştu. Kaldığım dört gün boyunca bir şeyden şikayet eden, bir diğerine poz kesen kimseyi görmedim. Tersine, bileğine kadar çamura batmayı bir eğlence malzemesi yapan, yere düşeni kaldıran, gülümseyen ve muhabbet etmeyi seven insanlar gördüm. Herhalde sadece bir hippi hayali zannedilen sevgi, özgürlük, barış, anlayış ve mutluluk dolu dünyanın minik bir simülasyonu olduğu için değerli Glastonbury. Sadece müzikal anlamda değil, yukarıdaki kavramlar için de bir hacılık varsa eğer, işte o mertebeye Glastonbury’ye giderek ulaşabilirsiniz. Sanırım bu yüzden bir defa giden herkes bilekliklerini bir onur nişanı gibi taşıyor kollarında. Benim gibi… 

Pulp performansı sırasında Jarvis Cocker’ın sözleri aslında anlatmaya çalıştığım şeyin bir özetiydi: “1995’te burada demiştim ki, ‘Eğer bir şeyin gerçekleşmesini yeterince isterseniz sonunda olur.’ Eğer bizim gibi uyumsuzlar Glastonbury’de headliner olabiliyorsa herkes olabilir. Klişe gelse de doğru, bu hepimizin içinde var. Bu festival de zaten tam da bu. Bu bir festivalden daha fazlası; bu bir his.”

UNUTMAYIN!
  • Festival sitesinden tarihleri sıkça kontrol edin. Zira kayıt olma, bilet alma, parasını ödemek için farklı dönemler var. Iskalarsanız yazık olur.
  • Biletler birkaç saatte bitiyor ama parasını ödemeyenlerin biletleri daha sonra tekrar satılıyor. Başkasının şanssızlığı sizin şansınız olabilir.
  • Çantanızda yağmurluk ve balıkçı çizmesi yoksa hiç gitmeyin daha iyi!
  • Kamp alanınızı dikkatli seçin. Merkeze yakın veya uzak olmanın artı ve eksileri var.
  • Çadırınıza bayrak dikerseniz hem bulmanız, hem de festival posterlerinde kendi çadırınızı tespit etmeniz de kolay olur! Konserlerde bayrak taşımak ise meşakkatli ama konser DVD’lerinde “Ben buradaydım” demek için de fırsat.
  • Line-up açıklandı ve headliner’ları sevmediniz. Dert değil. U2, Coldplay ve Beyonce’den hoşlanmayan binlerce insan vardı ama alanda alternatifler sınırsız. İzlemezsiniz olur biter.
  • Festivalin ana alanları Pyramid, Other, John Peel, Jazz, Acoustic, Avalon, West Holts, Dance Village, Leftfield. Hepsinin farklı birer kimliği var ve her birinin line-up’ı bir üçüncü dünya ülkesinin festivalini doyurur.
  • Asla ana sahnelere dalıp küçük zevkleri ıskalamayın. Belki de en çok eğlendiğiniz konser West Holts’ta bir barda 10 kişiye çalan ufak grubunki olacak. Ayrıca bir sahnede stand-up, başka bir yerde meditasyon, az ileride de bir cambazın gösterisine denk gelebilirsiniz. Müzik, Glastonbury’de eğlenmenin yollarından sadece biri!
  • Kostüm edinin. Süper kahramanlardan ineğe, fasulyeye kadar onlarca farklı kostüm göreceksiniz.
  • Bir Glasto tişörtü alın. “Oradaydım” demek için. 
  • Glastonbury görebileceğiniz en “yeşil” festivallerden birisi. Bazı şişeler dışında hiçbir şey plastik değil. Ulaşımda da araba yerine otobüs gibi daha çevreci çözümler öneriliyor. 
  • Alandaki yemek standları tamamen yerel mekanların açtığı standlar. O devasa fast food zincirlerini Glastonbury’de göremeyeceksiniz. 
  • Her ne kadar pahalılığıyla nam salmış da olsa, Glastonbury bütçesi devasa olan bir festival değil. Burada çalmak çok büyük bir prestij olduğundan pek çok grup para almadan çalıyor, alanların da tamamı ücretlerinin çok altına iniyor.
FESTİVALDE PARLAYANLAR
  • Radiohead sürprizi büyük olaydı ama Pulp’ın festivallere geri dönüşünün burada gerçekleşmesi sükseyi artırdı.
  • Herkesin konuştuğu kişi Beyonce’ydi. Her sahneye çıkan grup seyirciyi beğenmediğinde “Beyonce’yi bekliyorsunuz değil mi?” diye azar çekti. Biffy Clyro, ‘Crazy In Love’dan bir bölümü seyirciye söyletti. Son gece sahne alan Beyonce’nin performansı da müthişti.
  • Diğer headliner’lardan U2 sanki kendi sahasında oynamıyor olmanın tutukluğundaydı, Coldplay ise son derece rahat ve görkemli bir performans sundu.
  • Kırık bileği yüzüden bir taht üzerinde performans veren ve 50.000 kişiye hükmeden Jessie J kraliçeliğini ilan etti. Mumford and Sons da artık büyük liglerde oynayacağını belli etti.
  • The Vaccines ve Yuck yıl boyu kopardıkları gürültünün boşa olmadığını kanıtladı. Wild Beasts ve The Horrors da rüştünü ispat etti. Viva Brother eğer hit yazmayı öğrenirse büyük sahnedeki rahatlıklarıyla büyüyebilir, Dry The River Ada’nın yeni Mumford and Sons’ı olabilir.
  • İngiliz kabinesinden bir milletvekili, Christopher Shale, festival sırasında bir tuvalette ölü bulundu. İntihar ettiği düşünülen Shale “kayan yıldız” oldu.

No comments:

Post a Comment