Friday, November 22, 2013

Arcade Fire - Reflektor



“Shut Up and Play The Hits” çok iyi bir müzik belgeseli değildir, ama ilginç detayları vardır. LCD Soundsystem’ın son konseri kadar, James Murphy’nin o veda gecesine hazırlanışı ve performansın ertesi gününe de eğilir, ki ilginç kısımları da bunlardır zaten. Madison Square Garden’da rüya gibi bir “son konser” vermiş olmak gibi bir katarsis yaşamıştır Murphy. Ertesi gün ise boşluğunu yüzünden okursunuz, hatta biraz da “Ne yaptım ben?” pişmanlığını. LCD Soundsystem, 2000’lerin en popüler, en saygı gören indie gruplarından birisi, sanatsal ve ticari açıdan hiç de tökezlemediği bir anda neden jübile yapmak ister ki? Murphy yarı şaka yarı ciddi, istediği bazı şeylere daha çok vakit ayırmak istediğini söyler: “Mesela kahve yapmak!” Konserin ertesi günü kahvesini yaparken üzerinde rahatlama değil, “Acaba büyük bir hata mı yaptım?” duygusu vardır.

Murphy’nin LCD Soundsystem’ı dağıtma kararı aslında “yapacağımız her şeyi yaptık” duygusuydu. Tekrara düşmek istemiyordu, gereğinden fazla uzatan tüm gruplar kendisinin parodisi haline geliyorken, farklı, samimi ve dürüst olmakla nam salan LCD Soundsystem’ın o yola girmesini istemiyordu. Bıraktı. Son konserlerinde herkesin beyaz giyinmesini istedi, bir arada mükemmel bir cenaze ve sıradışı bir kutlama yapacaklardı. O Madison Square Garden konseri her anlamda bir zirve ve son nokta oldu.

Üç sene önce Arcade Fire’ın “The Suburbs” kritiğini şucümlelerle bitirmişim: “’the suburbs,’ şimdiden 2010'un en iyi albümü. 2011 ve 2012'nin de. nereden mi biliyorum? çünkü arcade fire sadece üç yılda bir albüm yayınlıyor.” İddialı, evet. Ama Arcade Fire’la ilgili beklentilerim asla bunun aşağısında değil. Benim için günümüzün sanatsal anlamda en değerli grubu onlar. Bunun ne demek olduğunu tam olarak nasıl anlatabilirim bilmiyorum, gruplara neden böyle sıfatlar yüklediğimi de bilmiyorum. Ama bugünlerimizi tanımlayacak bir grup gerektiğinde, “o” grup Arcade Fire. En çok satan, en popüler, turneleri en çok kazandıran, albümleri hayatı durduran, en büyük grup değiller belki. Ama şu anda müziğin ne olduğuna dair bir meşale varsa bunu taşıyanlar onlar. Evet, müzik doğrusal ilerlemez, şu anda coğrafyasının sağından solundan farklı sınırlara ilerleyen pek çok heyecan verici grup var. Ama Arcade Fire’ın büyük gruplara özgü tezatlardan oluşan karışımını kendisinde barındırdığını düşünüyorum. Belli bir ölçüde büyükler ama tamamen bağımsızlar, modalardan, diğer gruplardan, standartlardan, endüstri kurallarından. Çağdaşları pek çok grubun yolunu aydınlatıyorlar ama taklit edilemez bir özgünlükleri var. Onları kalabalıktan ayıracak kadar ayrıksılar, ama deneysellikleri anlaşılmaz dozda değil, dolayısıyla yolculuklarını sadece bir avuç insan değil, yüzbinlerce insan takip ediyor. Benim için Arcade Fire’ı günümüzün sanatsal anlamda en değerli grubu yapan şeyler bunlar.

Evet, Arcade Fire’ı çok önemsiyorum. Onların astronomik bir kesinlikle üç yılda bir yayınladıkları albümlerini birer nimet olarak görüyorum. Ve durmalarından korkuyorum. İlk üç albümlerinin her biri kendi adına önemliydi. “Funeral” her yeni grubun birisinin 2000’lerdeki versiyonu olmasının heyecan verici bulunduğu günlerde hiçbir şeye benzememesiyle değerliydi. “Neon Bible” cesur politik ve dini mesajlarıyla çarpıcıydı. “The Suburbs” ilk gençlik nostaljisi konseptiyle etkileyiciydi. “Reflektor”da da ilk etapta bir anlatı, bir konsept, bütünlüklü bir ruh aradım; onların müziklerini, tıpkı Radiohead’in albümlerini tasarladıkları gibi, parçalarının toplamından ayrı, anlamlı bir bütün olarak ürettiklerini düşünerek. Şu anda bana 85 dakikalık bir hikaye anlatıyor “Reflektor,” ama ilk dinleyişlerimde ilk defa birbirlerinden farklı parçalara bu kadar odaklandıklarını düşündüm. Şöyle de diyebiliriz, shuffle’da dinlendiğinde de anlamlı olabilecek ilk Arcade Fire albümü buydu. Evet, belki de LCD Soundsystem gibi, Arcade Fire da bir yolun sonuna gelmişti, yapabileceği her şeyi yapmıştı, ama bu dağılmak için yeterli sebep değildi.

Bugün 85 dakikalık bir albüm yapan her grup, özellikle de belirgin derecede kısaltılabilecek iki şarkı sayesinde bir CD’nin uzunluğunu aşmışsa, bir “statement” verdiğinin farkındadır. Arcade Fire o irade beyanlarını sıkça yapmış bir grup, hatta giderek onların varlığı bile bir şeyin beyanı zaten. “Normal Person”ın ilk dakikalarında “Rock’n’roll dinlemek istiyor musunuz?” diyor Win Butler, “Çünkü ben istediğimden emin değilim.” Ben bunu şöyle okuyorum: Evet, artık biz de oyunun içindeyiz, ama yine de bizim kurallarımızla oynayacağız. Belki de biraz Peter Murphy’nin kurallarıyla. Sanki Win ve arkadaşları Peter’la kafa kafaya vermişler, “Sprawl II (Mountains Beyond Mountains)”ı dinleyip, “İşte bunun varyasyonlarını yapacağız” demişler. İyi sonuç vermemiş demek imkansız: “Reflektor” Hercules and Love Affair’in “Blind”ından bu yana gelmiş en güzel disco şarkısı. “Flashbulb Eyes” ise The Clash’in “Sandinista!” günlerinden bu yana rock’ın gördüğü en iyi dub denemesi. Dinleyip de bir Pazar öğleden sonrasında Brick Lane’de hissetmek mümkün: Oradaki fahiş fiyattan satılan ama yine de almadan edemediğiniz aşırı nadir funk ve reggae müziklerinden bir tanesi gibi. “Here Comes The Night Time” daha tanıdık bir tını, “Haiti”nin içmeye erken başlamış ve akşamın güzel saatinde kafa olmuş bir hali aslında. “You Already Know”a ne demeli? The Smiths’in yapmadığı en iyi The Smiths şarkısı? Eski Arcade Fire’ı özleyenler “Awful Sound (Oh Eurydice)”a talim edeceklerdir. Ben iki mükemmel disco rock şarkısı “It’s Never Over (Hey Orpheus)” ve “Afterlife”a da fitim. Evet, yeni Arcade Fire’sa ben yeni Arcade Fire’a da hayranım, çünkü albümün en güzel şarkıları bunlar. İkincisi yılın en güzel şarkısı da olabilir.

James Murphy bir röportajında eski günlerini özlediğini inkar ediyor ve “Grup bendim zaten” diyor. Evet, LCD Soundsystem oydu ve isterse kendi yaptığı yeni albümlerde de LCD Soundsystem’da ne yapmak isterse yapabilir. Arcade Fire’a hiç sahip olmadığı grup gibi davranmış ve belki kimilerine göre “Reflektor”ı haddinden fazla sahiplenmiş. Arcade Fire da belki onun hikayesinden feyz alıp kendi hikayesine daha çok tutunmuş olabilir. Her neyse sebep, Arcade Fire artık içine sıkı sıkıya kapanan, hiçbir şeyin kendilerini etkilemesine izin vermeyen bir grup değil. The Reflektors personasıyla takılıyorlar, hatta izleyicilerinin de kostümlerle gelip eğlencelere katılmasını umuyorlar. Win ve Regine'i bir röportajda izlediyseniz biliyorsunuzdur, tuhaf bir mizah anlayışları vardır. Ama artık gerginliklerini atmışlar, daha fazla koşup oynuyorlar. Belki ileride düşüp yuvarlanabilirler ama şu an için keyifleri yerinde görünüyor.

1 comment: