Monday, November 17, 2014

"Interstellar" ve bilimkurguyu neden seviyoruz..



Sinemada bilimkurgu nedir? Uzay gemileri, yaratıklar, robotlar, klonlar, uzaylılar, kara delikler vs. Ama en çok da hayal gücü, gizem, bilinmeyene doğru yürekli bir yolculuk..

Christopher Nolan "Interstellar"ını izledik bu akşam. Kafamdaki bilimkurgu idealine bu kadar yakın bir film izlemeyeli epey olmuştu, tam olarak 5 yıl aslında, "Moon"dan beri. Aslında Prometheus da epey yaklaşmıştı ama tam adını koyamadığım bir şeyler eksikti o filmde, neyse..

"Moon" ne kadar küçük bir bilimkurgu filmiyse, "Interstellar" da o kadar büyük bir film; geniş mısır tarlalarıyla karşılaştığınız ilk sahnelerden itibaren anlıyorsunuz bunu. Ama büyüklüğüyle izleyici bunaltmayan, sindirmeyen bir film aynı zamanda. Merak etmeyin, spoiler vermeyeceğim.

Meramım şu: bilimkurguyu tam bu gibi filmler için ve onlar sayesinde seviyoruz, seviyorum. Bize, şu küçük dünyamızın çok ötesinde keşfedilmeyi bekleyen katrilyonlarca yıldız, gezegen, sistem, galaksi, kara delik, uydu, kuyruklu yıldız, hatta canlı olduğunu hatırlattığı için. Şu evrendeki anlamsız ya da tam aksine, devasa önemi haiz varlığımızın nedenini sorgulamayı unutmamamızı sağladığı için. Gündelik hayatın akıntısı içinde sık sık ihmal ettiğimiz hayal gücümüzü tetiklediği, hayat ve evren hakkında cehaletimizi yüzümüze vurup müzmin sözelcileri bile fizik ve matematiğin büyüleyici derinliklerinde kaybolmaya teşvik ettiği için. İyi bilimkurguyu, kolay kolay sorulamayanı sormaya, insanoğlunun en ciddi sorunlarına çözüm bulmaya ve en heyecanlı meraklarına yanıt vermeye cesaret edebildiği için seviyoruz, bunları yaparken kusurlu olmaya mahkum olsa da.

İyi bilimkurguda mutlak iyiler ve mutlak kötüler yoktur; grinin milyonlarca farklı tonundan oluşur bilimkurgu. Ya "neden" diye sorgulayan karakterlerle yürür, ya da bu sorgulama dolaylı olarak seyirci üzerinden yapılır. Bilimkurgu filmi izlerken ilk kural "gerçek" ve "doğru" algımızı duraklatmaktır - bu filme haksızlık yapmamak adına olduğu kadar, hayal gücümüzü serbest bırakmak için de gereklidir. İyi bilimkurgu filmi de zaten sizi yönlendirmeye çalışmaz aslında; evet, bilimsel olanla ilgili olarak bildiklerimizi 2-3 saatliğine unutmamızı rica eder ve kendi yorumunu koyar önümüze, ama hiçbir zaman "tek sonuç budur, sinemadan çıkarken filme dair aklınızda sadece bu yorum kalmalı" demez. Kendi yorumunuzu getirmenizi ister; dahası, buna mecburdur. Size yorum yaptıramamışsa, alternatif okumaları kışkırtamamışsa başarısızlığa mahkumdur çünkü.

En sevdiğim bilimkurgu filmlerini düşündüğüm zaman aklıma bunlar geliyor işte. "Alien"ı, yaratığın insanları öldürüşüne hayranlık duyduğumuz için beğenmedik mesela; o yaratığın orada ne işi olduğunu, "şirket"in derdinin ne olduğunu merak ettiğimiz için sevdik. "Blade Runner"ın meselesi iyi insanlarla kötü robotların mücadelesi değildi; insanı insan yapanın ne olduğunu sorgulamamızdı beklenen.. "2001: A Space Odyssey" köklerimize, evrimimize kışkırtıcı bir yorum getirdiği için bir klasik oldu. Kesinlikle mükemmel olmayan "Interstellar" da bilimkurgu klasiklerinin yanındaki yerini işte bu nedenle alacak: merak ettiği, sorguladığı ve daha ileriye gitmeye cesaret edebildiği için.

1 comment:

  1. filmin cesur tavrına hayran kalmak ile birlikte, ciddi senaryo sıkıntıları yaşadığını düşünüyorum.

    Spoiler---

    bu nedenle film aslında tam benim en büyük fantazilerimden biri olan güneş sisteminin dışına ve hatta habite edilecek yeni bir gezegen arayışına doğru gitmesine rağmen, biraz mutsuz ayrıldım filmden. sanırım filmin son 20-30 dakikasında kadar ufak tefek bilimsel aksaklıklar ya da yüzeyselleştirmeleri görmezden gelebildim. sonuçta bu hard sci-fi değil, daha ziyade bir drama. (hem de ağlatanından.) ama filmin en kritik kısmında (black hole'dan içeri girdikten sonra.) filmin zorlamaya başladığını hissettim. daha en baştan bunun olacağını biliyorduk, ama nasıl bir şey olacağını gözümde canlandıramamıştım. tasarıma bayılsam da (inception ı anımsatıyordu.) her şeyin bu kadar kolay ve bayağı çözülmesinden rahatsız olmuştum. hele sonrasında "olması gerektiği için" kavuşma yaşanması daha da inandırıcı olmaktan uzak geldi. sanki nolan kardeşler senaryonun sonuna kadar gelmiş de, sonunda vermek istedikleri güzide mesajı vermek uğruna biraz zorlamışlar. filmden çıkınca, elinde levye ile bekleyen erkek arkadaşın önüne atlayan, evden aniden çıkan kadının "buldum buldum" diyerek şok içindeki abisine sarılması ve neredeyse abinin bunu sorgulamadan (her şey birkaç dakika içinde çark edildi yalnız.) heyyo şeklinde tepki vermesi üzerine bolca espri yaptık. (5. boyut "aşk" geyiği ise elbette bitmedi.)
    sonuçta bu evrensel meseleleri olan bir film. yas üzerine, kayıp üzerine, belirsizlik üzerine bir film. bilimkurgu tür olarak sadece motif olabilir bu filme. mesela gravity neredeyse hiçbir şey söylemeyen bir filmdi. (onun da yas ve depresyon üzerine mesajları vardı ama son derece yüzeyseldi.) ama saf bir hayatta kalma deneyimi olarak başı sonu bir, eli yüzü düzgün ve neredeyse hiç dağılmayan bir film olarak bir adım daha öndeydi bence.
    nolan her seferinde tema, yaratıcı fikir ve bütçe olarak sınırlarını zorluyor ama senaryoyu bağlamak konusunda ciddi problemler yaşamaya başladı. aynısını dark knight returns te de yapmıştı.
    neyse çok uzattım ama film bence de çok iyi, ama bir başyapıt değil. adı geçen diğer filmlerle aynı kategoriye koymama sebebim, onların aksine meselesini çok fazla sesli dile getirmesi olabilir. tam olarak tarifleyemediğim bir eksiklik bu.

    ReplyDelete