Sunday, February 22, 2015

Oscarlar öncesi kısaca..






Oscar törenine saatler kaldı. Aslında Interstellar'ın en iyi film Oscar'ına aday dahi olamadığı bir ödül töreninin meşruiyeti baştan sarsılmıştır benim için ama Oscarlar'ın - Gravity gibi şahane istisnalar hariç - bilimkurguya yaklaşımını zaten biliyoruz. O yüzden çok kederlenmenin anlamı yok..

Sekiz en iyi film adayından beşini izleyebildim: Birdman or (The Unexpected Virtue of Ignorance), Boyhood, The Grand Budapest Hotel, The Theory of Everything ve Whiplash. Aslında gayet güzel bir film olmasına ve Eddie Redmayne'in Stephen Hawking'i insanüstü bir inandırıcılıkla oynamasına rağmen, aşırı derecede tek boyutlu hikayesi yüzünden sıradanlıktan kurtulamayan The Theory of Everything dışındakilerin hepsi, sinemaseverler için kolay kolay rastlanamayacak cevherler gerçekten de. Wes Anderson'ın her zamanki yaratıcılığı bizi yine rengarenk bir dünyaya uçurdu, Whiplash ise müzik sevdalısı herhangi birinin adrenalinini tavana çıkaran görsel ve işitsel bir şölendi (Terence Fletcher karakterinin sinema tarihinin en çekici kötülerinden biri olduğunu da ekleyelim). Ama açık söylemek gerekirse son kertede benim için Birdman ve Boyhood epey öne çıkıyor..

Seyirciyi hınzırlıkla, güzellikle, neşeyle, endişeyle, heyecanla, merakla, kederle, kısacası her türlü duyguyla bombardımana tutan Birdman, sinemada yeni bir zirveyi teşkil ediyor. Düşkünlerin ve dertlilerin filmi ayrıca, Michael Keaton'ın gelmiş geçmiş en kıymeti bilinmemiş aktörlerden olduğunu da harika bir şekilde yüzümüze vurmasına izin veriyor. Üstelik bunu tam da Keaton'ın hayatına göndermeler yaparak, adeta kendisini oynamasını teşvik ederek yapıyor. Burada Birdman - Batman paralelliğini kurmak tabii ki kaçınılmaz: filmde Riggan, (en azından gişede) başarılı bulunan Birdman 1 ve 2'nin ardından 3'ü de çekme talihsizliğinde bulunuyor ve Hollywood'un karanlık dehlizlerinde kaybolmaya başlıyor. Oysa gerçek hayatta Keaton, Batman ve Batman Returns'ün ardından Batman Forever'da yer almamayı tercih etmişti. Sonraki kariyeri genel olarak çok parlak olmadı ama en azından Joel Schumacher'ın vasat devam filminde oynama gafletine düşmemiş oldu. Öte yandan, Riggan ile Keaton arasında paralellikler bence Batman'le sınırlı değil: Hollywood'da yaptığı işlerin işe yaramaz şeyler olduğunu içten içe kabul eden Riggan'ın en çok istediği şey gerçek sanatçılar ve entelektüeller tarafından takdir görmek, hatta sevilmek. Michael Keaton bunu itiraf eder mi bilmiyorum - ve aslında kariyerinin, Riggan'ın aksine, Hollywood zırvalarından ibaret olmadığını düşünüyorum - ama o da film tercihlerinde çok seçici olmadı ve bol bol kötü filmde yer aldı. Ancak, yine de zaman zaman sinemanın sanat kısmına eğilmeye çalıştı ve "yarasa adamdan" (ya da Beter Böcek'ten) ibaret olmadığını göstermeye çabaladı. Sonuç itibariyle, hiç kuşku yok ki Iñárritu bu karakteri Keaton için yazmıştı ve Keaton-Riggan bu filmin merkezi.. Ama şüphesiz Norton'dan Watts'a, tüm yardımcı oyuncuların da müthiş oyunculuğu, Birdman'in sinemanın zirvesine yükselmesine katkı sağladı.

Boyhood ise, sinemayı ya da genel olarak sanatı aşıp hayatın kendisiyle bir olan bir "şey". Birdman'i izlerken sinema salonunda "işte sinema!" diye haykırmak geldiyse içimden, Boyhood'u hayatın kendisini yaşarmışçasına izledim. Richard Linklater'ın son derece kişisel hikayesi, aslında hepimizin kişisel geçmişinden bir şeyler bulabileceği, adeta kendi çocukluğumuzun ve ilk gençliğimizin beyazperdeye yansımasına şahit olduğumuz, son derece canlı ve gerçekçi, ama bir o kadar da gerçek ötesi bir film. Terence Mallick'in Tree of Life'ı kadar büyük, ama o kadar gösterişli/gösterişçi olmayan, kaldı ki bence esas derdi sinemaya yeni bir soluk katmak da olmayan, sadece hayatımızı önümüze sermek isteyen, bir kamera, güzel insanlar ve bir tutam iyiliğin nelere kadir olabileceğini hatırlatan, bizlere yaşadığımız her küçük şeyin bile aslında ne kadar da anlamlı olduğunu gösteren bir öğretmen Boyhood.

Anlamışsınızdır, Boyhood çoktan benim hayatımdaki yerini aldı. O yüzden aslında Oscar'ı onun alıp almaması çok da önemli değil benim için. Hatta bunun Linklater için de geçerli olduğunu tahmin ediyorum. Birdman için de aslında aynı şey söylenebilir: esas olan sanattır, Hollywood'un ödülleri vız gelir tırıs gider.. Ama Keaton'ın alması ise hayati, çünkü diğerlerinin aksine, artık kariyerinin son demlerine yaklaşan bu güzel oyuncu için, şimdiye kadar kazanmaya muvaffak olamadığı ödüllerin hala bir anlamı var ve en iyi oyuncu Oscar'ını kazanmanın onu ziyadesiyle mutlu edeceğine eminim.

İyi seyirler..

Fırat

Saturday, February 7, 2015

Jupiter Ascending.. to previously unseen levels of stupidity! (Spoiler free)


Jupiter Ascending'i izledik bu akşam. Wachowski kardeşlerin Matrix serisinden sonraki ilk orijinal hikayesiymiş.. Uzatmaya gerek yok, film tam bir rezalet, her şeyiyle! Sadece bilimkurgu/fantazi türünün değil, sinema sanatının yüz karası.. İnsan zeka ve duygularına dev bir hakaret! Saçma sapan hikayeyi ne oyunculuklar ne de ömür törpüsü aksiyon sahneleri kurtarabiliyor. O kadar patlamanın, kaçışın, koşuşturmanın arasında seyirciye zerre heyecan yaşatamamak gerçekten büyük başarı. O kadar boş bir hikaye ki, kahramanların kaderi umrunuzda bile olmuyor. Bu filmle Wachowskiler'in Matrix sayesinde elde ettikleri tüm krediyi sonunda tükettiklerini, hatta seyirciye ziyadesiyle borçlandıklarını söylemek yanlış olmaz sanırım..

Özetle, vakit ya da para harcamaya değmeyecek bir film bu. Üstüne para verseler bile gitmeyin sinemaya! Öte yandan, iyi bilimkurgu ile kötü bilimkurgu arasındaki 117 farkı net bir şekilde görmek istiyorsanız, önce bunu izleyin, ardından da Interstellar'ı. İlkine harcanan emeğe ve kaynağa acıyacak, ikincisine ise hayran kalacaksanız. Saygılar..


Mila Kunis düşüyor...


...Eddie Redmayne dehşet içinde!