Sunday, March 27, 2016

Müzik Durduğunda


Bu yazıyı Blue Jean'in Ocak sayısı için yazmıştım. "Karikatüristlerin öldürülmesiyle başlayan, bir konser salonundaki katliamla biten 2015, müziğin öldüğü yıl mıydı?" diye sormuştum. Şimdi Türkiye'de sosyal yaşam ve sanat hayatının can çekiştiği zamanlardayken bu yazıyı hatırlatmak istedim. Bugünün bakışıyla neleri isabet ettirmişim, neleri ıskalamışım, nelerimiz benzer, nelerimiz ayrı, üzerine düşünmek iyi olur dedim. 

Normal şartlar altında, liste takıntılı bir müzik manyağı olarak her yıl olduğu gibi 2015 de biterken listeler üzerine kafa patlatmam gerekiyordu: Yılın albümü neydi, yılın şarkısını kim yapmıştı, en iyi konser hangisiydi? İlk 10’lar, 50’ler, 100’ler arasında kaybolmalı, listede 46. sırayı alacak albüm için bile vicdan muhasebesi yapmalıydım. Ama bu sene bunların hiçbiri içimden gelmedi. Çıkan listelere göz attım, kendi favori albümlerimi gözden geçirdim, ama hepsi biraz anlamsız geldi.
2015 siyahın, depresyonun, ölümün yılıydı. Mizah yaptıkları için öldürülen insanlarla başlamış, konsere gittiği için öldürülen insanlarla bitmişti. Bütün bunlar olurken, gerçekten şu albüm bundan daha iyi demenin bir anlamı var mıydı? 2015 “müziğin öldüğü yıl” mıydı acaba?
Rock tarihiyle haşır neşir olanlar “müziğin öldüğü gün” tabirine aşinadır. Buddy Holly’nin öldüğü 1959, Rolling Stones’lu Altamont festivalinde dört kişinin öldüğü 1969 veya John Lennon’ın cinayete kurban gittiği 8 Aralık 1980 de böyle cümleler kurdurtmuştu insanlara. Herbiri bir kuşağın müzik eşliğinde kurduğu hayallerin karardığı günleri simgeler. 13 Kasım 2015 gecesi de bizim kuşağımız için müziğin öldüğü gün müydü?

Biz ölüme, şiddete, teröre, baskıya, korkutulmaya alışkın bir toplumuz. Bu ülke, daha da geniş olarak dünyanın bu civarı savaşla iç içe olmuştur hep; hiçbirimiz de bunun dışında değiliz. Ama ben hayatımda hiçbir zaman, 13 Kasım gecesindeki kadar korkmadım. Eagles of Death Metal konserinde değildim, Paris’te değildim, Fransa ile aynı zaman diliminde bile değildim; ama hiçbir saldırıda bu kadar “terörize” olmadım. Çünkü daha önce hiç bu kadar “hedefte” hissetmemiştim. Bundan birkaç yıl önce yazdığım, hala Twitter hesabımın “girişine astığım” bir ifadem vardır: “Ben hep birlikte ‘Wake Up’ı, ‘Seven Nation Army’yi ya da ‘Where Is My Mind’ı söyleyen insanlarla hemşehri hissediyorum, başkasıyla değil.” Bir konserdeyken eğlenir, hüzünlenir, unutur, inanırsınız; kaçar veya yüzleşirsiniz. En önemlisi, bunu birlikte yaparsınız, yüz kişiyle veya yüz bin kişiyle beraber. Hayatınızda sadece bir defa gördüğünüz onca insanla birlikte şarkılar söylersiniz, sonra hayatınıza geri dönersiniz. Ama bir “an” paylaşmışsınızdır ve o an sizi birbirinize bağlar, o yeter.
Bataclan’daki saldırı, o yüzden beni en beklemediğim yerden vurdu. Günün karanlığında sığınabileceğim, her şeye rağmen özgürleşebileceğimi hissettiğim yegane yerde de güvende değildim artık. İstedikleri, bunu hissetmemizdi zaten.

"Onların silahları, bizim gitarlarımız"
Peki gerçeğin kurşun gibi ağırlığının yanında, şarkıların gücü neye yeterdi? İşte 2015 ve müzik muhasebesini yaparken hep bu soru çarptı yüzüme. İstesek de istemesek de bir savaşın içindeydik ve “onların silahları, bizim de gitarlarımız vardı” – bununla nasıl savaşılabilirdi? 89 insanın bir konsere gidip asla evine dönemediği bir zamanda en iyi şarkılar listelerinin nasıl bir anlamı olabilirdi ki?
Beni yanlış anlamayın: 2015’in yegane trajedilerinin Fransa’dakiler olduğunu iddia etmiyorum. Lübnan’dan Suruç’a, Dilek Doğan’dan Freddie Gray’e Aylan’dan Özgecan’a kadar insanın kalbini ezecek kadar acı gördük geçen sene boyunca. Bataclan, sadece en çok kaçıp sığındığımız yerde de yakalanabileceğimizin sembolüydü adeta.

Cevabı bulmuş ve ikilemimden çıkmış gibi davranmayacağım. Ama yine de cevabı müzikten başka bir yerde arayamıyorum. Eğer sadece müzik dinlemek istedikleri için hedefe konmuşsa insanlar, müziğe daha çok sahip çıkmaktan başka bir yol var mı, varsa da ben düşünemiyorum. Kendrick Lamar geliyor aklıma. Bu senenin en iyi albümü “To Pimp A Butterfly” mıydı, emin değilim. Ama “en 2015” albüm o. Amerika’da siyahların polis kurşunuyla öldürülmesine tepki olarak yapılan “Black Lives Matter” yürüyüşlerinde Kendrick’in ‘Alright’ı çalındı, söylendi çünkü. Kendrick aslında bu şarkıyı protestolarda kullanılsın diye yazmamıştı. Kendi sorunlarıyla yüzleşirken Tanrı’nın kendisi için bir planı olduğuna inanmaya çalışıyordu. “İyi olacağız, beni duyuyor musun?” diye sorduğu kişi kendisiydi aslında. Su yolunu buldu ve ‘Alright’ Amerika’da sokakların marşı oldu. 1960’larda özgürlükler için sokaklara dökülenler nasıl Bob Dylan’ın, Pete Seeger’ın şarkılarını marş belledilerse, 2015’te de Kendrick’in mesajı sokaklardaydı.

"Kazanırız, kaybederiz..." 
Yılın bir başka çarpıcı albümü Sufjan Stevens’ın “Carrie & Lowell”ıydı: Tamamen içe dönük, ailevi bir trajediyle hesaplaşma albümü. Sufjan’ın, kendisini küçükken terk eden (ve artık hayatta olmayan) şizofren annesiyle hesaplaşmasını (ve her şeyin sonunda onu affetmesini) anlatan bir küçük romandı adeta. Sonuna kadar kişisel, dibine kadar samimi: O kadar ki, bu yılki iki favori albümümden birisi olmasına karşın sıkça dinleyemiyorum, ağır gelebiliyor. Ama bir kayıpla böylesi büyük yüreklilikle yüzleşebilmesi ve olanca sadeliğine karşın birkaç dakikalık bir şarkıyla o kadar yoğun bir etki yaratabilmesi, müziğin sağaltıcı etkisinin simgesiydi bir bakıma. Tame Impala ve Björk de albümlerinde aşk acısı ile yüzleşti, Joanna Newsom masalsı atmosferlerinde zamanı ve hayatı sorguladı, Sleater-Kinney yine sol kanattan bindirdi: “Kazanırız, kaybederiz ama ancak birlikteyken kuralları yıkabiliriz.” Bu diyarda da Kaan Tangöze sessizce bağırıyordu: “Senin bir ideolojin varsa, benim de ideallerim var.”

Belki sokaklarda söylendiler, belki tek başına yürüyen bir kişinin kulaklıklarında çaldı sadece. Ama bu şarkılar (ve çok daha fazlası) bu yıl hayata karıştı. Bir şekilde, mutlulukta, depresyonda, kayıpta, zaferde, umutta, bir insanın ya da bir kitlenin hayatına dokundu. Bunu yapabilen şarkılar 2015’te de vardı elbette. Çünkü bazı insanlar bu dünyanın yüküyle ancak o şarkıları yazarak baş edebildiler, bazıları da ancak onları duyarak devam edecek gücü buldu. Mezarlıkta çalınan ıslık gibi, karanlık ne kadar büyürse onu aydınlatmak için yeni bir şarkı yazma ihtiyacı hissedecek birisi. Evet belki bu bir savaş ve hiç bitmeyecek. Ama dünyada sonuncumuz da kalsa, ağıdını yakarken yine müzik orada olacak.

Eagles of Death Metal basçısı Matt McJunkins’in Vice’a söyledikleri etkileyici: “Bizim işimiz müzik, hayatımız müzik ve bunu yapmama ihtimalimiz yok. İnsanların öykülerini duydukça, bunun durmamasını istedik. Her gece çalmak, kalabalıkta gülümseyen o yüzleri görmek, bizi devam ettiren şey bu. Bize bir konser verdiren şey bu. Çalma sebebimiz bu. Buna bir son verme ihtimalimiz yok.”

Grubun ön adamı Jesse Hughes’un da sözleri de noktayı koysun: “Paris’e yeniden gitmek için sabırsızlanıyorum. Bataclan yeniden açıldığında orada çalan ilk grup biz olalım istiyorum. Çünkü orası bir dakikalığına sessizliğe büründüğünde ben oradaydım. Dostlarımız rock’n’roll izlemeye gidip orada öldüler. Ben de oraya gidip yaşamak istiyorum.” 

No comments:

Post a Comment