Thursday, April 21, 2016

35. İstanbul Film Festivali günlükleri (dört)

Festival bitti, notlar bitmedi (bitmek üzere!). Burada, festivalde izlediğim "yeni" filmlere dair son yorumlarım olacak. Son planım, "Gömülü Hazineler" bölümündeki filmleri yazmak. 

Festival günlükleri (1. bölüm) (2. bölüm) (3. bölüm)

Toz Bezi (Ahu Öztürk)
Ulusal Yarışmada en iyi film ödülünü kazanan “Toz Bezi,” İstanbul’da tutunmaya çalışan iki tane temizlikçi kadının hikayesini anlatıyor. Birbirine zıt karakterdeki iki karakteriyle dramın içine mizahı da ekleyen ve karasını birazcık hafifleten film, süresi ilerledikçe gittikçe çıkışsız bir noktaya gidiyor. Temelde maddi problemler gördüğümüz, ama sosyal ve politik bir çıkmazın içinde olduğumuz da aşikar. “Toz Bezi” duygu sömürüsü yapmayan ve kolay çözümler sunmayan iyi bir dram. Diğer yerli filmleri izlemediğim için yorum yapamayacağım ama aldığı ödül içime sindi diyebilirim. 

Gökdelen (High-Rise, Ben Wheatley)
Son yılların formda Britanyalı yönetmenlerinden Ben Wheatley, muhteşem bir kadroyla, JG Ballard uyarlaması çekiyor. Jackpot! O kadar da değil. Devasa gökdelenlerde yaşanan absürd bir distopyayı anlatışıyla aslında şu ana çok da uzak bir yere gitmiyor Wheatley. Ama Ballard’ın dünyasında fren yok: Çatışmanın, şiddetin, seksin ve depresyonun dozu sürekli artıyor. Filmin dünyasına girerseniz çok eğlenmeniz  ve Ballard’ın sınıf ayrımına dair alegorisinden keyif almanız mümkün. Ancak Wheatley, filmin ikinci yarısında size o dünyadan atmak için fazlasıyla çaba sarf ediyor. Yarattığı karmaşada kaybolmanız işten değil. Ben de ilk yarıda keyifle “başyapıt geliyor” diye koltuğumda yayılırken ikinci yarıdaki o karmaşada başı dönen ve bu filmi kaçmış bir fırsat olarak görenlerdenim.

Yılanın Kucağında (El Abrazo de la Serpiente, Ciro Guerra)
Daha iki ay önce Kolombiya adına En İyi Yabancı Film Oscar’ı için yarışan “Yılanın Kucağında,” iki akademisyeni Amazonlar’a gönderiyor ve bir şamanın eline teslim ediyor. Sonrasında bu karşılaşma, “Karanlığın Yüreği”ni anımsatan bir çatışma sunuyor “Yılanın Kucağında.” “Medeni” olan ve olmayan, “ilkel” olan ve olmayan, “doğal” olan ve olmayan… Temposuyla taviz vermeyen, görsel olarak insanın zihnine kazınan, sıradışı bir film. Çok yoğun ve zorlayıcı da olsa, katılmanızda fayda olan bir yolculuk, bir tecrübe.

Ağabeylerimin Bana Öğrettiği Şarkılar (Songs My Brothers Taught Me, Chloe Zhao)
Alkolün yasak olduğu, tek katlı evlerin ve geniş boş alanların bulunduğu ve erkeklerin birden fazla kadınla evlendiği bir kasaba. Başka bir Amerika bu filmde gördüğümüz. Amerikan yerlilerinin özerk bölgesi Pine Ridge’de geçiyor film. Kameranın odağında bir abi ve kız kardeşi var. Abinin hayali, sevdiği kızla birlikte Los Angeles’a gitmek. Kızın derdi ise abisinden kopacak olmak. Küçük ama sıcak ve gerçekçi bir öykü izlediğimiz. Evet, Amerikan bağımsız sineması bu tip hikayelerde uzmanlaştı, ama bu filmde, daha önce görmediğimiz bir dünyada olmanın etkisi de var. Çok iddialı, yeri yerinden oynatan bir film değil belki ama izlediğinize mutlu olacağınız bir film.

Seni Seviyorum Hedi (Inhebek Hedi, Mohamed Ben Attia)
Hayatımda kaç Tunus filmi bilmiyorum ama aynı 12 saat içinde “Hedi” ve “Tam Gözlerimi Açarken”i izlemek ilginç oldu. Berlin’den En İyi İlk Film ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleriyle dönen film, içine kapanık, hiçbir zaman ailesinin sözünden çıkmamış, ama ne yaptıysa da başarılı abi kadar göze girememiş Hedi’yi anlatıyor. Düğününe birkaç gün var ve Hedi belki de hayatında ilk defa içinden geleni yapmaya karar veriyor. Aldığı ödülleri hak ettiğini düşündüm. İyi film. Biraz da birkaç yıl önce izlediğimiz, dostum Can Kılcıoğlu’nun filmi “Karnaval”ın Alis’i ile Hedi’nin aynı kişi olduğunu da düşünmedim değil!

Vahşi (Wild, Nicolette Krebitz)
Mayınlı Bölge, her sene hevesle daldığım bir bölüm. Kimi zaman yorucu veya zorlayıcı da olsa, insanın kendini test etmesi, sınırlarını zorlaması açısından önemli buluyorum. “Vahşi” de bu senenin en ilgi çeken filmlerindendi. Bir kadının karşılaştığı kurtla ilişki kurmaya başlaması, nereden baksanız ilginç bir film. Hikayenin ilerleyişinin sürprizlerini bozacak değilim, ama yer yer korkarak, yer yer anlamaya çalışarak izlediğiniz, bir garip zooseksüel (!) filmi bu. İyi mi? Kesinlikle. Her zevke göre mi? Asla. Sanatın biraz rahatsız edici, yorucu olmasını istiyorsanız o zaman tamam.

Yeraltı Kokusu (Underground Fragrance, Pengfei)
Biraz Tsai Ming Liang havası taşıyan bir Çin filmi. Elbette onun daha tempolusu. Görme yetisini kaybeden bir oğlan ile erotik danslar yaptığı gece kulübünden kurtulup normal bir hayata geçmeye çalışan kızın sıradışı ilişkisini anlatıyor film. Ancak yaşadıkları yer, yerin altında bir apartman. Yaşam ve çalışma koşullarıyla belirgin bir politik ton da içeren, hafif melankolik bir film. Yan öykülerden horozlu teyzeye dikkat! 

Yolculuk (Viaje, Paz Fabrega)
Hayatımda hiç Kosta Rika filmi izledim mi, bilmiyorum. Bu küçük, kısa aşk filmi (belki de aşk yerine romans demek gerekiyor), şehirde bir partide başlayıp kırsalda biten bir Latin “Before Sunrise”ı sayılabilir. Doğal ve keyifli diyaloglar, en eğlencelisinden en mahremine kadar yeni tanışan iki gencin romansına dair gerçekçi detaylar ve şık siyah-beyaz sinematografisiyle tatlı bir film. 

1 comment: