Monday, August 1, 2016

İkinci çeyrek: 2016'nın en iyi albümleri


İlk çeyreğin en iyi albümleri için tıklayın.

Beyoncé – Lemonade
Mayıs ayındayazdıklarımın üzerine ekleyebileceğim çok fazla şey yok aslında. Beyoncé son yılların en güçlü pop albümüne, dahası popüler kültürde yılın en büyük olayına imza attı. Şu ana kadar yılın en iyi 15 şarkısını içeren bir liste yapsam, yarısını bu albümden şarkılarla doldururdum. “Lemonade,” “Blackstar”la birlikte 2016’nın en iyi kaydı. Hangisi daha iyi? Bunun yanıtından ben de emin değilim.

Explosions In The Sky – The Wilderness
Büyük bir post-rock hayranı sayılmam. Explosions In The Sky da saygıyla baksam da her albümünü dört gözle beklediğim bir grup olmamıştı bugüne dek. Ama “The Wilderness”te türün klişelerini bir kenara bırakıp bambaşka bir post-rock diline imza atmaları beni çok etkiledi. Son yıllarda indie müziğin tartışmasız en parlak prodüktörü olan John Congleton’ın çalışması da çarpıcı: Örneğin ‘Disintegration Anxiety’nin katartik öfkesinde şarkının kaydında tam ortada patlayan davulların etkisi azımsanamaz. İnişleri ve çıkışları, sükuneti ve patlamalarıyla harika bir albüm.

Dağılacaklar mı, “True Love Waits”i neden şimdi albüme koydular, şarkı sıralaması neden alfabetik, “Daydreaming”in sonunda Thom ne söylüyor gibi onlarca bilmeceyle dolu yeni bir Radiohead kaydı. Kronolojik değil, psikolojik olarak “OK Computer” ile “Kid A” arasına yakıştırdığımı da söylemeliyim. Peki, içinde bulunduğumuz zamanı “Kid A”in 2000’leri yaptığı kadar anlamlandırdığını söylemek mümkün mü? Zor. Zira artık dünya eskisinden daha karmaşık, sanatın bu karanlığa, kötülüğe ayak uydurması kolay değil. Dünyanın yanıyor ve içinde bulunduğumuz zamanlar Radiohead’in bir zamanlar öngördüğünden daha korkunç.

Black Mountain – IV
Vancouver’lı Black Mountain, 2000’lerin ilk yılının ortalarında 1970’lerin kütür kütür rock’ını yaşatan bir gruptu. Altı yıl aradan sonra yayınladıkları ilk albümlerinde stoner müziklerini yumuşatmışlar, ama derinleştirmeyi de becermişler. Gereksiz taramalar yok, melodiler yakalayıcı, Stephen McBean ile Amber Webber’ın vokal paylaşımları da muazzam. Kökü 40 yıl öncede ama ruhu tam burada bir rock albümü “IV.”

PJ Harvey – The Hope Six Demolition Project
Bir şekilde PJ Harvey’nin yeri ayrıdır bende (sanırım kendisini seven pek çok kişi için de böyledir bu). Gitara en çok yakışan seslerden birisi PJ Harvey’ninki. Onun sesini böyle tempolu, elektrikli şarkılarda duymayı da özlemişim. Bu albümde anlattığı öykülerle ilişki kurmakta zorlansam da kişisel olarak 2000 sonrası albümlerinden en fazla dinlediğim kaydı bu oldu. Kişisel bir şey olmalı.

Mitski – Puberty 2
İlk etapta kendisini Waxahatchee sonrası lo-fi indie temsilcilerinden birisi sanmanız mümkün, aynı hatayı ben de yaptım. Mitski, dördüncü albümünde bundan fazlasını vaadediyor. Depresyon ve umutsuzluk var müziğinde, ama çarpıcı tarafı, bunları çok doğrudan anlatabilmesi. “Your Best American Girl”de “ayrı dünyaların insanlarıyız” konusunu anlatırken seçtiği ifadeler nefis. “Happy”de ise karakterimizin partnerini bir daha görüp görmediğini bilmiyoruz, ama bir öğleden sonrayı mutlu geçirdiler, çay içtiler, kurabiye yediler, seviştiler: Bazen hayatta hissetmek için bunlar yeterli, sürmesi değil.

Drake – Views
“Çok tahmin edilebilirsin, senin gibi insanlardan nefret ediyorum.” Drake’in pasif agresif hip hop’ı, son yıllarda popüler müzikteki en ilgi çekici şeylerden birisi. Melodik olarak müthiş bir seri yakalamış durumda, ardı ardına hitler yazıyor, evet. Ama onun albümlerinde ortaya koyduğu persona, rap müzikte gördüğümüz kimseye benzemiyor. Bir an partinin kralını görüyoruz (“One Dance”), bir sonrakinde ise kendi başına “ben niye böyle oldum” diye kendine kızan bir adam. O kısım çok sürmüyor: “Senin yerinde olsam ben de kendimi sevmezdim” diyor. Drake kendini sevmeyi de, kendisiyle kavga etmeyi de Kanye’den daha artistik şekilde yapıyor.

Chance The Rapper – Coloring Book
Chance’in ligdeki en iyi çaylak olduğunu biliyorduk, “Coloring Book”ta oyununu bir sonraki seviyeye taşımayı başardı. Hip hop’ın en büyüklerini albümünde taşımayı başaran bir çocuk; Burak Yılmaz’ın Emre Mor için söylediği gibi “bizim gözbebeğimiz, bizim çiçeğimiz.” Gospel müzikten bolca faydalanan, kavgayı değil, sevgiyi, hayatı, ve evet, inancı yücelten bir kutlama albümü “Coloring Book.” Rap müzikte buna çok fazla rastlamıyorsunuz.

ANOHNI – HOPELESSNESS
Gezegendeki en etkileyici vokallerden birisine sahip ANOHNI, dolayısıyla sadece çıplak sesiyle bile albüm kaydetse yeterince çarpıcı olurdu – ki önceki kayıtlarında buna yaklaşmıştı. Ama “HOPELESSNESS”ta 1980’ler, daha spesifik olursak italo-disco sesleriyle başka bir ses örgüsü üzerinde söylüyor şarkılarını. Şiddet dolu zamanlarda yaşıyoruz, kan ve ölüme neredeyse alıştık. Ama “Drone Bomb Me” sadece grafik sözleriyle pek çok videodan daha çarpıcı. Bu, ANOHNI’nin başarısı.

James Blake – The Colour In Anything
James Blake’in müziğini değiştirmesi, evinizdeki kedinin büyümesi gibi. Günden güne fark etmediğiniz, ama başlangıç noktası ile kıyasladığınızda anladığınız bir fark gibi. Gittikçe daha kendine güvenli hale geliyor, ama müziği hala geniş boşluklarla dolu, hala agorafobik, hala ürkek ve yalnız. Günümüzün en dikkate değer, en olgun müzisyenlerinden birisi Blake. İlerleyişini takip etmek büyük keyif. 

Big Thief – Masterpiece 
Brooklyn’li Big Thief, bu senenin en iyi yeni gruplarından. Adrianne Lenker’ın kırılgan vokalleri grubun hayat damarı: Geri kalan üçlünün yaptığı, bu vokallerin yeterince can acıtıcı olması için gereken temiz folk rock sound’unu sağlamak. Şarkı olan “Masterpiece” bu yılın en güzel şarkılarından birisi, ama kaydın geri kalanında da sizi etkileyecek pek çok şarkı bulacaksınız. “Paul” veya “Parallels” gibi: Günümüzün Mazzy Star’ı bu çocuklar olacak. 

1 comment: