Monday, January 2, 2017

Songs: Ohia, ölüm vs..


Bu gece uyumadan önce, yıllardır dinlemediğim ama ne zaman kederlensem birkaç şarkısını mırıldandığım Songs: Ohia'nın "The Lioness" albümünü dinleyeyim dedim. Albüme adını veren şarkı başladığında (ki en iyi parçasıdır albümün) "ne yapmışlar, var mı yeni albüm" diye Wikipedia'ya bakınca Jason Molina'nın 2013'te öldüğünü öğrendim. Gece gece fena çarptı.. İşin kötüsü, bir yerlerden bu haberi hatırlıyor gibiydim. Lüksemburg'daki nadir depresif günlerimden birinde yine Lioness'ı açıp yine "var mı yeni albüm" diye baktığımda denk gelmiş olabilir miyim acaba bu habere? Ya da belki de Çetin'le konuşmuşuzdur.. Öyle bir bilgi bombardımanı altında yaşıyoruz ki, artık neyi bilip neyi bilmediğimizi bile karıştırır hale geliyoruz zaman zaman.

Geçenlerde 2016'da ölen ünlüler diye bol bol yapılan listelerden birinde Johan Cruyff'u görünce hatırladım onun da bu sene uçup gittiğini; halbuki ölüm haberini aldığımda günlerce hüzünlü hüzünlü gezmiştim ortalıkta. Sanırım beğendiğimiz/hoşlandığımız insanlarla gerçekten sevdiklerimiz, önem verdiklerimizin kaybının yarattığı etki arasındaki fark gerçekten de büyük. Daha doğrusu, bu tabii ki böyle ama, belki de ben bazı ölümlerin üzerimde yarattığı etkiyi o an için abartıyorum, sonra normal düzeyine iniyor bu etki. Ofisteki yazıcımın üzerinde bir hatıra resmi olan David Bowie'nin ölüm ayını şimdiden unuttum bile mesela ama Freddy Mercury'yi her 24 Kasım'da anarım hala, hatta öğretmenlerimiz gönül koymasın ama onlardan daha da fazla..

Demem o ki, The Lioness harika bir albümdür, Lioness ve Coxcomb Red gibi iki mükemmel şarkı barındırır içinde, kendi içinize kapanıp derince düşüncelere dalmak istediğiniz anlara çok güzel eşlik eder. Ama sanırım Jason Molina benim için çok önemli bir müzisyen olsaydı ölümünü zamanında öğrenirdim, öğrendiysem de unutmazdım. Evet, galiba durum bu..