Friday, March 25, 2011

"Bugün çocukları öldürdük"

"I don't know if you all read the newspaper, or whatever, or watch the television, but today, on this very day, we started our third war as a country, right now. Started our third war. It's kind of incredible. Doesn't even matter anymore, right? No-one even, it doesn't bother anyone. But today is very day they dropped bombs from planes, they landed on houses where children were asleep. And people died. That's exactly what happened today in the country of Libya. Actually four wars: Iraq, Pakistan, Libya, Afghanistan. Anything with a "-stan" at the end, we just blow it up. So I think it's worth noting... It's worth noting that today we murdered children. As a country. Sorry to bring it down like that, but that's what's actually happening."

"Bilmiyorum gazeteleri okudunuz mu, veya televizyonda seyrettiniz mi, ama bugün, tam da bugün, biz ülke olarak üçüncü savaşımıza girdik. Üçüncü savaşımız başladı. İnanılmaz. Artık kimse umursamıyor değil mi? Hiç kimse, hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Ama bugün uçaklardan bombalar atıldı, içinde çocukların uyuduğu evlerin üzerine düştüler. Ve insanlar öldü. Bugün Libya'da olan, tam da bu. Aslında dört savaş: Irak, Pakistan, Libya, Afganistan. Sonunda "-istan" olan her ülkeyi patlatıyoruz. Yani aklınızda bulunsun. Aklınızda bulunsun, bugün çocukları öldürdük. Bir ülke olarak. Bunu böyle söylediğim için üzgünüm, ama olan tam da bu."

(Bright Eyes lideri Conor Oberst'in 19 Mart 2011 tarihli SXSW konserinde yaptığı kısa bir konuşma. Konuşmanın videosu burada.)

Monday, March 21, 2011

sihri buldum: joan as police woman

istanbul son birkaç yılda canlı müzik adına altın çağı yaşıyor. birbirinden güzel dört kulüp var ve belli ki indie müzikten çok iyi anlayan, yeni ve farklı olanı çok iyi takip eden insanlarca yönlendiriliyorlar. bu kış sezonunda öyle isimler gelip geçti ki, tamamına yetişmek insanüstü bir gayret gerektiriyordu. siz deyin tembellik, ben diyeyim zamanla gelişmiş aşırı seçicilik, o gayreti ben göstermedim son zamanlarda. olafur arnalds'ından owen pallett'ına, isobel campbell & mark lanegan'dan the radio dept.'a, these new puritans'a, hiçbir konsere gitmedim. gerçekten derinlemesine dinlemiş olduğum isimler olmadıkça bir heves hissetmedim, kaçırmamış olmak adına izlemek istemedim kim geldiyse.

böyle bir dönemde joan as police woman'a gidişim, koşa koşa oldu. "real life"ını hatmetmiştim ve geride kalan 5 yılda en çok dinlediğim 50 albüm arasına koyabilirdim (istatistik tutkusunu bazen abartıyorum, kabul) ve adını ne zaman duysam kafamda "starting now the wait is over..." diye başlayan "the ride" çalmaya başlıyor. onlarca müzik dinlemişimdir bu yıllarda, ama içimde böylesi yer eden sanatçı, albüm ve şarkı azdır.

cumartesi günkü konserde duymayı umduğum şarkıların çoğu o ilk albüm "real life"tandı. neredeyse hiç çalmadı diyebilirim. ama konser mükemmeldi. birkaç sebebi var. öncelikle konsere kadar dinlemediğimi itiraf etmem gereken "the deep field" şarkıları çok güzel. joan "real life"tan sonra tempo düşürdüğü ve piyanosunun başında daha çok zaman geçirdiği "to survive"dan sonra bir gitar albümü yapmış. hafif cazın yanına konumlandırdığı soul'unu bu sefer funk'ın yanı başına taşımış. sonuç, mükemmel.

bir diğer sebep, 2007'deki radar live konserinde aksaklıklar yüzünden ritmi tutturamaması, müziğinin açık havadansa küçük salonlara daha çok yakışması ve nihayetinde şu anki grubuyla yakaladığı müthiş uyuma henüz ulaşmamış olmasıydı (2007 konseri de -radar live'a dair her şey gibi- çok güzeldi, ama joan'ın sahne potansiyelinin ne olduğunu o konserle asla tam olarak göremezmişiz).

ha, yine aksaklıklar yok muydu, vardı elbette, ama o aksaklıklar benim için hayatımın en özel konserlerinden birisini yaratan mucizeler oldu! bir şarkıda joan'ın gitarının teli koptu. şarkıyı sonuna kadar devam ettirdiler ama o esnada içimden "böyle ufak bir ekibin gitar teknisyeni var mıdır? acaba gitar telini kim değiştirecek?" sorusu geçiyordu. şarkı bitince "aranızda gitar çalan var mı?" deyince cümlesini bile bitirmeden atlamam biraz da ondandı! normalde medeni cesareti çok kuvvetli bir adam değilimdir, ama o an tam bir "klik" sesi çıktı, kendimi sahnede buldum, joan elime gitarı tutuşturdu, dönüp seyirciye baktım, sempatik bir alkış koptu! beni sahne arkasına götürdü, "işte teller, istediğini yap" dedi, defalarca teşekkür etti ve özür diledi. sanırım performansı izleyemediğim için özür diliyordu ama ne özürü, benim için muhteşem bir andı o! ben backstage'de gitarla baş başa kaldım, teli taktım, joan da grubuyla çalmaya devam etti. sonra gitarı hallettim, tur menajerine bıraktım ve yerime döndüm. yıllardır gitar teli değiştirmiyordum, dolayısıyla "acaba bir yanlışlık yaptım mı?" diye gözümü telden alamadım... ve birkaç şarkı sonra yine tel koptu! tesellim, kopanın aynı tel olmamasıydı, suçum yoktu! joan dönüp "pardon, sizi yine sahneye alabilir miyiz?" dediğinde koşar adım gittim, görevim belliydi!

ikinci defa aynı işi yapınca (bu sefer çok daha hızlıydım) artık gitardan başka bir şeye bakamaz oldum tabii, neyse ki tellerin akort tutmaması dışında (iki telin değişmesi sonucu doğaldır) bir problem olmadı. konser sırasında "thanks to the guitar tech sent from god" diye teşekkür etmesi, sonunda da defalarca benzer cümleleri duymam benim için konseri rüyasal bir boyuta taşımıştı bile.

konser bitti, joan'ın turnede fotoğraflarını çeken thatcher keats'le tanıştım. "merchandize standına gelin, birlikte resimlerinizi çekeyim" dedi. kendisi kült bir fotoğrafçı, onun objektifine takılmak bile yeterince güzeldi elbette ama joan'ın hediye ettiği tişört ve cd çok daha özeldi. peki cd'nin üzerine "cetin! you are a life-saver!! thank you!!" yazması!
4 yıl önce solar beach'te röportaj yaptığımı hatırlattım ona, "evet, gerçekten yüzün tanıdık geliyor" dedi. saçlarım upuzundu o zamanlar, 4 yıl daha gençtim, karanlık bir solar beach akşamıydı, tahminen benden sonra 500 gazeteci tanımıştı. ama yine de söylediğine inandım. inanmak istedim. o gece salon iksv'de yaşanan "sihir"den sonra hiç de zor değildi zaten inanması.


Thursday, March 3, 2011

yıllar.. şehirler..

2,5 yıl izmir, 15,5 yıl aydın, 6 yıl istanbul, 4 ay lyon, 6 ay bükreş, 7 ay yalova, 2,5 yıl ankara, 5 ay cakarta..

hayat bu işte.. yıllar ve şehirler.. insanlar değil.. yıllar ve şehirler.. geriye kalan yalnızca onlar, tek gerçek onlar..

bırak her şeyi, git yeni bir şehre, aldat kendini insanlar kalır bir şekilde diye.. bir şekilde, doğru aslında, kalır insanlar, ama aslında yoklar işte..

koca bir bavul, sağına soluna bir şeyler daha sıkıştırmaya çalıştığın.. şehirler ve yılların yanında, bir de bavulun var, içine koyabildiklerin kadarsın sen de..

hiçbir yer ev değil artık.. memleket değil.. hiçbir şehir senin değil, ama her şehir senin.. hiçbir arkadaşın yanında değil, ama herkes arkadaşın..

şık bir boşluk, her geçen gün daha da büyüyen, daha da şık..

Blogger'lar ne diyor, ne yapacak?

malum, blogger'a gelen engelleme yasağı tam da kamuoyunun sosyal medyanın ve blogların gücüne uyandığı, insanların git gide daha çok yazmaya başladığı bir dönemde balta gibi indi ortama. basit bir not, ama etkili: google analytics'e göre dün çekme kaset'e giriş sayısı istatistikleri almaya başladığım temmuz ayından beri en düşük seviyesindeydi. durumun pek çok blog'da da böyle olduğunu sanıyorum.

bugünkü hürriyet daily news'ta muhabir arkadaşım erisa'nın yasağa ilişkin yaptığı bir haber var. bir blogger olarak bu işle uğraşan pek çok kişi tanıdığımdan kendisine kontakt buldum. ne var ki bir gazetede kısıtlı yerde görüşlerin tamamını yayınlamak mümkün olmadı. ben de bu görüşleri burada toplayayım dedim. (blogger'ların bir kısmı isim belirtmeden yazmayı tercih ettiklerinden twitter'daki fotoğrafları ve isimleriyle/mahlaslarıyla andım onları) onlara sorularımız yasak hakkında ne düşündükleri, bundan sonra blogger'ların ne yapabilecekleri ve durumun türkiye'de yeşermeye çalışan blogger'lık kültürüne etkisiydi. kendilerine teşekkür ederim katkılarıbdab dolayı.

Her Boku Bilen Adam (Her Boku Bilen Adam)
"Yasaklar normalleşti"
Bu engelleme aslında sürpriz değil. Hiç bir haksızlığa itiraz etmeyen, ettiği zaman da yanındaki diğer mazlumları kendilerini ezenlere yalakalık yaparken bulan bir toplum için sınıfın topluca cezaya kalması bir gelenek zaten. Bloglara erişimin engellemesi de bunun en güncel örneklerinden biri oldu. Tepki verenler olarak da bundan bir sonuç alacağımızı da düşünmüyorum açıkçası. Youtube iki yıldır kapalı ama bu bizim için gayet normal bir hal aldı. Dolayısıyla blogların kapanmasına da alıştıracaklar bizi. Zaten açılsa da yarın öbür gün yine saçma bir nedenden dolayı tekrar kapatılır.

Bu yasakların blogger kültürüne bir etkisi olacağını da çok düşünmüyorum ben. Zaten blog okuyan-yazan kitle de belli bir kesimden oluşuyor ve onlar da yollarına tam gaz devam ediyor. Ne kadar set koymaya çalışsalar da o kitle bundan pek vazgeçecek gibi de değil zaten. Hatta bu durum bizlerin yazma şevkini daha da artırıyor diyebilirim.

Sencer (Di Massimo Talento)
"Kitapçıları da kapatalım!"
Yasak hakkında, herhangi bir aklıbaşında insandan farklı düşünmüyorum. Aslında internet yasakları o kadar olağan bir hal aldı ki; konuyla ilgili ne söylesek çoktan klişeleşmiş olduğunu görüyoruz. Blogger yasağı başımıza ilk kez gelmiyor. Daha önce aynı sebepten benzeri bir yasakla daha karşılaşmıştık. Şu an blogların tekrar yasaklandığını görünce, o zamanki yasağın neden kalktığını merak ediyorum ben.

Yasağın blog kültürüne etkisi okuyucular açısından mutlaka olur. Blogları daha yaygın olarak okumaya başlayan insanları bu alışkanlıklarından alıkoymak pek sağlıklı değil. Blog yazarları eninde sonunda yazmaya devam edeceklerdir. Ama yazdıklarının okunamaması şevk kıran bir durum.

Yasaklara tepki için sosyal medya en etkili yol zannediyorum. Bir önceki yasakta yaygın bir Twitter kullanımı yoktu. Bugün ortaya atılan tepki fikirleri ve kampanyalar çok sayıda kişiye ulaşabiliyor. Nasıl tepki vermeli derseniz, imkanı olanlar için, blogları kapattıran platformların üyeliklerinin iptali bence en yerinde tepki olacaktır.

Son olarak blogları kapatanlara naçizhane bir öneri de benden gelsin: Sokaklarda korsan kitapç satıcıları mevcut. Birkaç kitapçıyı kapatmanın zamanı da gelmiş sanırım...

Gülşen (Yer Elmasındaki Yer)
2007 Nisan ayından beri düzenli olarak blog yazıyorum.
2008 ekim ayındaki engellemeyi de yaşamıştım, dolayısıyla bu kez ilk seferki kadar şaşırmadım, ama kızgın mıyım evet. Hakları yendiği için hukuki yollara başvuran ticari bir kuruluşun hakkını aramasını anlayabiliyorum ama sanki uzaydan gelmiş gibi bir kaç blogdan içerik kaldırılması için tüm blogspot'un kapatılmasına göz yummaları bana çok saçma geliyor. Sonuçta ismi geçen şirket de teknolojiyle yakından alakası olan, Galatasaray - Fenerbahçe derbisinin 3d yayınlamak için şimdiden reklam kampanyasını başlatan bir şirket, blogların gücü ve gördüğü talep hakkında fikirleri olmadığını düşünmek saçma. Google ile halledemediklerini belirtiyorlar, herkes kendi iddiasından sorumludur tabii ki ama bu yine de böyle büyük bir sansür olayına sebep olmaları için mazeret değil bana kalırsa.
Tabii tek suçlunun şirket olduğunu söylemek de mantıklı olmaz, sonuçta internetin ulaştırma bakanlığına bağlanması gibi komik bir durum hala söz konusu ülkemizde ve mantık çerçevesinde düzenlemelerin de yakın zamanda yapılması gerekiyor.

Sinan (Pit Girişi)
"Digiturk bahane!"
Bu yasak, kulturumuzdeki inceliksizligin cok net bir ornegi. Kirilan kolu ampute etmek tarzi bir cozum. Sirf blogspot degil, youtube da ayni sekildeydi. Sehirciliginde sehirlere social sphere alani ayirmayip insanlari AVMlere mahkum eden zihniyet, sanal dunyada da insanlarin kendi istekleri ile yarattiklari ve katilimin gonullu oldugu social sphere'leri yok ederek kendi dogrularini empoze etmeye calisiyor. Digiturk'un mac yayinlari sadece bir bahane, bugun bu yarin baska bahaneler. Ayrica muzik endustrisi de sanal dunyaya ticari kaygilarla savas acan ilk sektordu ama uzun vadede savasi kazanamayacgini anlayinca uzlasmaya gidiyor su anda. Turkiye bu konuda da maalesef Dunyanin gerisinde. Hem Digiturk ve aboneli mac yayimlarinin, hem de Turk yasalarinin eninde sonunda internetin dunyasina boyun egecegine ve kendini adapte edecegine inaniyorum.

Bu yasananlarin bloglara olan ilgiyi arttiracagini dusunuyorum. Bu tip yasaklar, normalde hayatinda blog nedir bilmeyen insanlara boyle bir seyin varligini ogretiyor. Ilgili oldugu bir konunun blogunu da gorurse yeni blog okuyuculari kazanilabilir bile. Bunun disinda halihazirda blogger olanlarsa bloglarina daha bir dort kolla sarilacaktir. Butun bloggerlar yeteri kdr yazamamaktan sikayet eder, su an baksak tembel diyebilecegimiz bir suru blogger bu konu ile ilgili bir yazi yazmistir. Eve gidince ben de yazicam!

Ben bir suredir teknik altyapiyi degistirmeyi ve kendi domain'ime tasimayi dusunuodum pitgirisini. Su anda daha elzem bir durum oldu bu. Servisini wordpressten alicam ama o tamamen wordpressin teknik tarafinin daha iyi olmasindan. Ayrica bloglar ve site kapamalar bu kdr ses getirmeden once wordpressin de cok uzun sure ulkemizde yasak kaldigini unutmamak lazim.

Kisaca yasakci, cozum uretmek yerine bagciyi kovmayi tercih eden bir zihniyet bu hareketlerle farkinda olmadan kendi kuyusunu da kaziyor diye dusunuyorum. Onemli olan tepkimizi gostermek!

Güldem (Umutsuz İş Kadını)
"Fikirler imha edilemez"
Öncelikle Digitürkle ilgili burada yazacaklarım sadece kulaktan dolma bilgiler değil; onu belirtmek isterim. Zira mağduriyetini başkalarını mağdur ederek çözen, bunu da haklı çıkarmaya çalışan Digitürk yetkilisini de BeşNBirK programında izleme fırsatını da yakaladım. Yapılan açıklamaların kendilerini haklı gösterme çabasından öte olmadığı kanısındayım. Zira, ortada mağdur olduğunda kurunun yanında yaşın yanmadığı, sadece sorumlu olan sitelerin kapatıldığı birçok vaka yaşandı daha önce özellikle yurtdışında. Bir de şunun altını çizmekte yarar var diye düşünüyorum. Bu tür korsan yayınları bilenler zaten işinin ehli insanlar. Birinin ya da birkaçının kapatılması da hiçbir şeyi çöz(e)meyecektir. Zira onlar başka kanallardan bunu yapmanın yollarını bulurlar. Ama ya biz masum bloggerlar? Pek çoğumuzun sırf kolay kullanımından dolayı tercih ettiği teknik bilgisi az blogspot'çular? Ama burada biz de yanlış hiçbir şey yapmadan suçlu muamelesi görüyor ve hangi yollardan blogumuzu kurtaralım diye DNS ayarları ile falan uğraşıyoruz. Peki soruyorum Digitürk'e: Onların ticari hakları için ben bunu yapmak zorunda mıyım? Ben, blog sayfamı açmak isterken "Bu site mahkeme emriyle kapatılmıştır" yazısıyla karşılaşmak zorunda mıyım? Bu nasıl bir haktır? Digitürk verdiği yüksek ücretlerin bedelini bizden çıkarmaya kalkmamalı hatta kendi reklamını yapar nitelikte "basın açıklaması" adı altında gönderdiği "reklam yazısı"nı da paylaşırken utanmalıdır. Basın açıklamalarını okuduğumda bir an paralı olmayan, amme hizmeti veren sebil bir kanaldan bir açıklama yapılmış hissine kapıldım. Herkes o kanalları seyretmek için tonlarca para döküyor ki bunların içinde özgürlüklerini kısıtladıkları bloggerlar da var.
Hiçbir şirketin ticari hakkı, benim düşüncelerimi açıkça ifade etme ya da açıkça görüş paylaşanları okuyarak bilgi edinme hakkımdan öncelikle olamaz. Eğer yasalar karşısında bu hakkın gerçekten olduğunu iddia ediyorlarsa, o zaman bu ülkede "demokrasi", "hak ve özgürlükler" tanımlarının tekrar yapılması gerekir diye düşünüyorum.

Bu yasaklar bloglara ilgiyi arttırır, azaltmaz. Yasaklar her zaman caziptir :o) Digitürk'ün yaptığı kendi bindiği dalı kesmektir. Bloglar hızla büyümeye, sayıca artmaya devam edecektir. Fikirler bu şekilde bastırılamaz. İnsanlar bu şekilde susturulamaz. Bizi susturamayacaklar.
Halide Edip'in güzel bir sözü vardır: İnsan sürülebilir, hatta imha edilebilir, fakat fikir öyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirden devire atlar geçer ve kendini gösterir.