Wednesday, December 31, 2008

2008'in En İyi Albümleri

Bir yılın daha sonuna geldiğimiz bugün, geleneksel "yılın en iyi albümleri" listemi yayınlamaktan ve sizlerle paylaşmaktan onur duyuyorum.. Son derece kişisel bir liste, tabi ki.. Bakalım ne düşüneceksiniz..


Best of 2008
albums


1. Beach House
“Devotion”

Yılın en anlamlı albümü.. Gözlerinizi kapatıp bambaşka yerlerde olmayı düşlediğinizde arkada çalan albüm işte bu.. mutlu değilsiniz, hayır, ama olsun.. kışın cama vuran yağmur ya da kar taneleri, ya da yaz sıcağında balkon kapısından süzülen ılık rüzgar eşliğinde dinleyiniz..

2. The Walkmen
“You & Me”

Sadeliğin güzelliği.. iddialı bir sadelik hem de.. bilinçli bir küçülme harekatı bu albüm The Walkmen için.. sessiz sessiz insanı en derinden yakalıyor işte, eksik fazla hiçbir şey yok.. hayatınızın albümü değil belki ama ister istemez seviyorsunuz sonuçta..

3. Wolf Parade
“At Mount Zoomer”

Birçok kişi beğenmedi, dağınık, samimiyetsiz buldu.. evet, neyi hedeflediği biraz muğlak, nereye gittiği çok da belli değil.. ama güzel işte, gerek tek tek şarkılar, gerek albüm olarak sevdirdi kendini bana.. ilk albümdeki enerji yok belki ama yine agresif ve tavizsiz, aynı zamanda çok daha ağırbaşlı bir album bu.. öte yandan, üzerimdeki etkisi yıl içinde zamanla azaldı ve kendine ancak üçüncü sırada yer bulabildi..

4. Fleet Foxes
“Fleet Foxes”

Midlake’in öncülüğünde yükselen 70’ler sound’u Fleet Foxes’la devam ediyor.. çok da iyi ediyor.. rock müziğin 20. yüzyılın sonunda yaşadığı çıkışsızlığı 2000’li yıllarda yüzünü geçmişe dönerek aşmaya çalışması ve bunda büyük oranda başarılı olmasıyla başlayan süreç, birçok yeni grubun belli bir formül içine hapsolmaya sürüklenmesiyle ürkünç bir hal almaya başlamıştı oysa ki.. neyse ki Fleet Foxes gibi gruplar retro ruhunun yapay ve yapmacık olmadan da yaşatılabileceğini gösteriyor.. albümü dinlerken alıp başını kırlara gitmek istiyor insan; kendi ekmeğini kendi yapıp, odununu kesip ısınıp kendi yağıyla kavrulduğu basit bir yaşamı arzuluyor.. sade ve mutlu bir yaşam.. üst sıralardaki yerini kesinlikle hakediyor..

5. British Sea Power
“Do You Like Rock Music?”

Bir türlü sevememiştim bu albümü.. o kadar heyecanla bekledikten sonra dinlediğim şey pek de tatmin etmemişti beni.. ama sonra içindeki neredeyse her şarkının ayrı ayrı anlamlı olduğunu gördüğüm bu albüm, içimde büyümeye başladı tuhaf bir şekilde.. bunda hayatımdaki en muhteşem deneyimlerden birini yaşadığım Kasım ayındaki İstanbul konserlerinin de payı var hiç şüphesiz.. evet, BSP biraz daha büyük kitlelere oynar gibi bu albümle; müziklerindeki o şahane minimalist tavır yerini düzenli bir mükemmeliyetçiliğe bırakmış sanki.. ama yine de şarkılardaki enerjiği ve olmazsa olmaz samimiyeti hissetmemek imkansız.. ve biliyoruz sonuçta: bu adamlar hep güzel şeyler söylemeye devam edecekler, muhteşem vokaller ve yırtıcı gitarlarla, işte bu iyi..

6. Elbow
“The Seldom Seen Kid”
7. Dodos
“Visiter”
8. Sakin
“Hayat”
9. Department of Eagles
“In Ear Park”
10. Sons & Daughters
“This Gift”

11. Black Mountain
“In The Future”
12. The Last Shadow Puppets
“The Age Of The Understatement
13. Vampire Weekend
“Vampire Weekend”
14. The Stills
“Oceans Will Rise”
15. Razorlight
“Slipway Fires”
16. REM
“Accelerate”
17. Nick Cave & The Bad Seeds
“Dig!!! Lazarus Dig!!!”
18. The Kooks
“Konk”
19. The Magnetic Fields
“Distortion”
20. TV on the Radio
“Dear Science”
21. James
“Hey Ma”
22. Evangelicals
“The Evening Descends”
23. Destroyer
“Trouble in Dreams”
24. Paavoharju
“Laulu Laakson Kukista”
25. Tindersticks
“The Hungry Saw”
26. Samamidon
“All is Well”
27. Sun Kil Moon
“April”
28. Islands
“Arm’s Way”
29. M83
“Saturdays = Youth”
30. Sigur Rós
“Med Sud I Eyrum Vid Spilum Endalaust”
31. Spiritualized
“Songs in A&E”
32. Shearwater
“Rook”
33. Albert Hammond Jr.
“Como Te Llama”
34. School of Language
“Sea from Shore”
35. Bon Iver
“For Emma, Forever Ago”
36. Retribution Gospel Choir
“Retribution Gospel Choir”
37. MGMT
“Oracular Spectacular”
38. My Morning Jacket
“Evil Urges”
39. Coldplay
“Viva la Vida”
40. Death Cab For Cutie
“Narrow Stairs”
41. Foals
“Antidotes”
42. Jason Collett
“Here's To Being Here”
43. Atlas Sound
“Let The Blind Lead Those Who Can See But Cannot Feel”
44. The Hold Steady
“Stay Positive”
45. The Verve
“Forth”
46. Portishead
“Third”
47. Titus Andronicus
“The Airing of Grievances”
48. The Honeydrips
“Here Comes The Future”
49. Tapes'n Tapes
“Walk It Off”
50. The Automatic
“This Is A Fix”

Thursday, December 25, 2008

başıbozuk

eurovision'un ciddiye alınası bir yarışma olduğunu tartışmıyoruz değil mi? ama mor ve ötesi'ni dinleyince aslında olayın o kadar da küçük olmadığını anlıyor insan. niteliği ya da niceliği tartışılsa bile o yarışmayı izleyip sonrasında beğendiği grupları takip eden bir kitle de var. bakın mesela şu iki adrese!
...
o forumlarda (yani kiril alfabesini okuyamadığıma göre ingilizce olanda) "neden kapaklarında isa'nın resmi kullanmışlar ki?" tartışıldı geçtiğimiz günlerde. tahmin etmiş olacağınız gibi, tartışmanın nesnesi kapak, "başıbozuk"un kapağı. harun tekin'in açıklamasına göre bu, "başıbozuk"un içerdiği sivil itaatsizlik ve "deli" kavramı üzerine giden bir ruhi dengesizliğin yanında, "dört adamın birlikte müzik yapmasının, dört başın bir baş etmesinin sembolü." gerçekten de iç kapaktaki resimlerindeki suratlar üst üste binince böyle bir figür oluşuyor. yani eğer grup olan james böyle bir adam ise, mor ve ötesi de isa'ya benziyor yani, hepsi bu. bir fanlarının "neden isa? çünkü isa buda gibi her yerde çok takipçisi olan bir figür değil ki?" diye sorması da hoşuma gitti, ekleyeyim.
...
"başıbozuk," mor ve ötesi'nin eurovision sayesinde oldukça yoğun geçen bir yılda hayranlarına bir hediyesi. "deli" zaten bildiğimiz bir şarkı, geçelim. "iddia" en çok rakel dink'in eşinin ardından yaptığı unutulmaz konuşmaya yaptığı göndermeyle sivriliyor, ama gerçekten güzel de bir parça. "sonbahar" ise üçlünün zirvesi, müthiş, müthiş şarkı. hem sözleri güzel, hem de melodisi. eldeki üç yeni şarkının da iyi olması, mor ve ötesi'nin form durumu hakkında umut verici.
...
canlı şarkılarla ilgili bir şey söylemek de yersiz. "kış geliyor," "re" ve "bir derdim var." sahne performansı açısından da mor ve ötesi'nin bir sıkıntısı olmadı hiçbir zaman. her izlediğinizde bir öncekinden iyi gelen bir sahnesi vardır grubun. kayıtların yapıldığı gün trt stüdyolarında olan birisi olarak beğendiğimi söyleyebilirim, ama sadece dinleyen birisine şarkıların güzelliği dışında bir şey vaadediyor mu tartışılır. yani, morlar sahnede farklı çalmayı seven gruplardan değiller, olanı en iyi şekilde çalmaktır niyetleri. o yüzden bu üç şarkıyı duymanın verdiği keyif, canlı dinlerken katlanmıyor. azalmıyor da. öyle.
...
remix'lere gelirsek, "kördüğüm"ü ve burak güven'in de çalıştığı "darbe"yi ve kerem kabadayı'nın serkan hökenek'le yaptığı "iddia"yı beğendim. ayça şen'in bugün yarın çıkacak albümünü de dinleyince burak'ta zaten prodüktör olarak da sağlam bir yetenek bulunduğunu fark ediyor insan. iyi bir müzisyenliğin yanında iyi de dinleyici olmasının etkisiyle olduğunu düşünüyorum, prodüktörlüğünü yaptığı şarkılarının zenginliklerinden.
...
düzgün bir albüm, ama hepsinin bir arada olduğu bir paket albüm olması "başıbozuk"un dezavantajı. bir oturuşta "deli"den yola çıkıp canlı şarkılardan sonra sekiz remix'i dinlemek, bir "extended ep" için yorucu. aslında kaset veya plak olmalıymış belki de. a ve b yüzü olarak bir grubun iki farklı yansıttığı için. ama "başıbozuk" işte, harun'un deyimiyle "albümün barındırdığı kaotik durumu" da temsil ediyor bir yandan.

Tuesday, December 16, 2008

afi 2008'in en iyi filmleri listesi

amerikan film enstitüsü yılın en iyi filmlerini açıkladı. sürpriz yok, özellikle böyle bir yılda. sinemanın çok da parlak bir sene geçirmediğinin kanıtı sanki liste. yine de her yıl sonunda "önceki yılların gerisinde kaldı, gelen gideni arattı" geyiği yapıp yaşlandığımızı hissettirmenin alemi yok.
alfabetik olarak dizilmiş liste şöyle:
...
.the curious case of benjamin button
.the dark knight
.frost/nixon
.frozen river
.gran torino
.iron man
.milk
.wall-e
.wendy and lucy
.the wrestler
...
bazı eksikleri (wall-e, iron man) tamamlama, bazı filmler için de sabretmeye devam edip sinemaya gelmelerini (benjamin button, milk, wrestler) beklemek yönünde bir mesaj aldım listeden naçizane. onun dışında liste işi zaten bayıldığım bir şey. sıralasalar daha bile çok sevinirdim.

atamama hastalığı

biraz geç ama bayram temizliği diyelim buna. martini, bacardi breezer, olmeca, bombay sapphire, smirnoff, absolut, arada seçkiyi zengin göstersin diye binboa vs. vs. ingiltere-türkiye eksenli long-distance relationship yaşayan ev arkadaşım ve öğrenci halimizle nasıl bir cesaretle kalkışmış olduğumuzu anlamadığım "herkes kaliteli içki içsin yılbaşısı" olan 31 aralık 2005'in katkılarıyla 20-25 civarı şişe çıktı evden. toplama hastalığı, atamama, çöpçülük, adı her neyse fena illet. ama arada histerik temizlik krizleri de bunun antidotu.
...
bu şişeleri kendi başıma çöpe nasıl indirdim ne siz sorun ne ben söyleyeyim. ama bunu bulan şişe toplayan adamların hayır duasını almışımdır herhalde. diplerde kalanları içmeye cesaret ettiyse o da yanına kar kalmıştır elbette...

tekrar çal graham

eylül ayında dergiye yazdığım the verve yazısında "yeniden başlasın, burada kalmasın" bölümü açıp britanya'da sıradaki birleşmenin kimden geleceği üzerine fikir yürütmüştüm. belki'den asla'ya doğru sıralayarak blur, suede (suede olarak değilse de brett-bernard çalışmaları anlamında), stone roses ve smiths şeklinde. ama "coxon yeşil ışık yaksa bile albarn'ın yan projeleri bunu zora sokuyor, ama bir beş yıl sonra blur geri dönebilir" yazmıştım. tahmin doğru ama zamanlama konusunda fazla kötümsermişim. zira damon ile graham çifte kumrular gibi tekrar.
...
nme'deki kullanıcı yorumlarından birisinde "blur'ün sadece 5-6 tane hiti var, bu reunion tutmaz" denmiş. ne büyük vizyonsuzluk! gelecek yıl 3 temmuz'da hyde park'taki geri dönüş konserine biletler iki dakikada bitti bile! bir tarih daha eklendi, ama onun da bitmesi an meselesidir. enteresan, ikinci hyde park konseri ilkinin öncesinde, 2 temmuz'da. iki dakika içerisinde biletleri kapışan 50 bin kişi için biraz haksızlık gibi. 2003'ten bu yana ilk blur konseri için bilet aldılar ama ellerindeki beş yıldaki ikinci blur konserinin bileti "sadece"...

Sunday, December 14, 2008

2008 Biterken Birkaç Albüm..

2008 yılının sonuna yaklaştığımız şu günlerde epeydir değinmek istediğim birkaç albümden söz etmenin zamanıdır diye düşündüm..

1. The Walkmen - You & Me. 

The Walkmen'i biraz olsun tanıdıysanız, bu adamların boş iş yapmayacağını az çok bilirsiniz. Belki her albümleri muhteşem değil ya da fişek gibi şarkılardan oluşmuyor ama iyi niyetli çabalarının sonucu olarak ortaya en azından ilgiye değer birşeyler çıkıyor her nasılsa.. Adı 90'ların vasat Scorpions şarkılarını andıran son albümleri de bu kuralı bozmuyor, usulca ayak uyduruyor yaratıcılarının ilham perilerine.. Şimdi, nasıl anlatsam.. Bu albümden önce The Walkmen dendiğinde aklıma gelen ilk şarkı "The Rat" olurdu, şimdi ise.. şimdi de öyle.. Albümde diğerlerinin arasından net bir şekilde sıyrılan bir parça yok, hepsi tek tekden ziyade bir bütünün parçaları olarak duru bir güzellik arzediyor.. Açıkçası, şarkı isimlerini de sayamam şu anda, ve işin güzel yanı, bundan utanmıyorum da; çünkü bana kalırsa albümü yaparken grubun istediği de tam olarak buydu: hadi konsept albüm demeyelim de, kendi içinde akıp giden, birkaç şarkının ön plana çıkmadığı bir albüm yapmış olmak.. You & Me güzel bir albüm; tekrar tekrar dinlenesi, yıllar sonra da dönüp hatırlanası, dolu dolu, hem huzurlu hem de heyecanlı, kadife bir albüm.. Sene sonu listemde ön sıralarda olması şaşırtıcı olmayacak..

2. Department of Eagles - In Ear Park.

Bu albümü dinlemeye başlayalı birkaç hafta oldu daha.. ilk dinleyişimi hatırlıyorum: muhtemelen yemek yaparken arkada çalsın diye açmıştım ama hemen ilgimi çekmişti, "bir saniye, burda önemli bir şeyler oluyor" diye dikkat kesilmiştim bir anda.. Yukarıdakilerin ve Fleet Foxes, Bowerbirds gibilerinin ruh ikizi, gönül yoldaşı bu adamlar besbelli.. Nedir bu folk, kır-köy meraklısı Amerikalı indiecilerden çektiğimiz bilmiyorum ki.. Daha da kötüsü, bu zibidiler her nasılsa şehirden de kopuk değiller, adeta "ee, işte biz sizin gibi içinde bitmek tükenmek bilmez bir boşluk barındıran şehirli kaçıkların hakkından ancak böyle gelebiliyoruz, sizin hakettiğiniz müzik bu" diyorlar.. Peki biz ne yapıyoruz, hemencecik kucaklıyoruz müziği, "bizim" yapıyoruz, ilacımız da zehrimiz de bu zira.. Albüme gelecek olursak, tek kelimeyle harikulade! Yer yer yavaş, yer yer tempolu şarkılar, bazen sadece vokal ve akustik gitar, bazense klavye, piyano, koro, efektli vokaller, hızlı davullar.. su gibi bir albüm.. Emin değilim ama sanırım albümü özetleyen şarkı "Phantom Other". Yılın sonlarına doğru keşfettiğim bu albüm listemde başa oynuyor, hayırlısı..

3. The Stills - Oceans Will Rise.

Konu The Stills olunca duygusal davranıyorum nedense, ilk albümleri Logic Will Break Your Heart'ı çok sevdiğim için herhalde.. İkinci albümlerinden (Without Feathers) nefret etmemin nedeni de buydu sanırım; o kadar güzel bir ilk albümden sonra belki de çok da kötü olmayan o albüm süper vasat gelmişti, katlanamamıştım 4-5 kezden fazla dinlemeye.. Oceans Will Rise gönlümde son şansıydı The Stills'ın, bu da kötü olsaydı biteceklerdi gözümde. Ne oldu peki, bitmediler, ama yerleri hala sağlam değil malesef.. Çok parlak bir albüm değil sözkonusu olan, ama ilgiyi hakediyor.. Rock müziğe yeni bir şeyler katmıyorlar, hayır.. Öte yandan, ilginç ve heyecan verici anlardan bol bol var 12 şarkı boyunca.. Müzikal açıdan epey sağlam bir albüm, ama sözler gerçekten de ortalamanın altında, birkaç güzellik dışında.. En çok dikkatimi çeken parçalar "Dinosaurs", "Hands on fire", "Rooibos/Palm Wine Drinkard" ve "Snakecharming the masses". Ama albümün bütünü hoş bir dinlenebilirliğe sahip, herhangi bir noktada sıkmıyor, epey keyifli aksine.. Önemli olan beklentileri çok yüksek tutmamak sanırım.. Not: "Dinosaurs"u gerçekten çok sevdim, "Rooibos" ise senenin en gaz şarkılarından biri.. 

Wednesday, December 10, 2008

sıfır desibel

ntv haberlerinde izlediğim kadarıyla yazmıştım bu yazıyı. ama bazı hatalar mevcutmuş, orijinalini buradan okuyabilirsiniz.

eğer önümüzdeki kış bir tom morello konserine yolunuz düşerse, konserin ortasında bir dakikalık sessizlikte "n'oluyor yau?" demeyin. guantanamo'da yüksek sesli müzikle işkence uygulanmasına tepki olarak morello ve massive attack'in başını çektiği bir grup müzisyen, konserlerinde bir dakikalığına seslerini kesecekler.
...
hatırlıyorum da, altı yıl önceki noir désir konserinde bertrand cantat konserin ortasında "filistin ve arafat'ın sessizliğini anlamamız için" bir dakikalığına durdurmuştu müziği. "yaşasın halkların kardeşliği" sloganları bölmüştü sessizliği hatta. radikal'de "miting gibi konser" başlığı atılmıştı ki, bu yaz massive attack konseri için aynı şeyi düşünmüştüm.
...
bu arada, müzikleri işkence için kullanılan gruplardan birisi nine inch nails. trent reznor'ın konuyla ilgili bir demecini bulamadım. ama ıraklılara işkence için müzikleri kullanılan metallica'nınki gibi "gevşek," ya da drowning pool basçısı benton gibi "mal" bir açıklama yapmayacağını tahmin ediyorum. aramaya devam edeyim bakalım.

Thursday, December 4, 2008

"bundan çok daha iyisini yapabilirsin" diyen albüm

hollywood'lu kardeşlerimizin formülize ettiği "feelgood movie" diye bir tür var biliyorsunuz. izliyorsunuz ve takriben 100 dakikanın sonunda başarı öyküsü görüyorsunuz, ya da bir karakterin zaaflarına rağmen hayata tutunabildiğini, onun da sevilebileceğini. hayata karşı daha umutlu oluyorsunuz neticede.
...
keane'in üçüncü albümü "perfect symmetry" tam da bu işlevi gören bir albüm. tuhaf olan ise büyüklük düşleri gördükleri, uyuşturucu ve alkol problemleri yaşadıkları, kendi içlerinde de büyük çatışmalar yaşadıkları yıllardan sonra kendileriyle böyle barışmaları. hiç tartışmaya girmeyeceğim, "hopes and fears" düpedüz çok iyi bir albümdü. çoğu kimsenin günümüz müziğinin yüz karası saydığı piyano rock janrının en iyi kayıtlarından birisiydi. "under the iron sea" ise bir faciaydı. coldplay gibi u2'culuk oynamak zorundaymış gibi hissettiler, ilk albümün güzelliklerini bu uğurda harcadılar, yükselmek için ağırlıklarını attılar ve haliyle yüzeyselleştiler.
...
"perfect symmetry"nin en çok hoşuma giden yanı, bir önceki albümü hiçe saymaması. "under the iron sea"de deneyip olamadıkları şeye bu sefer daha rahatlıkla ulaşıyorlar. ilk albümün sound'una dönmeleri onları kısa vadede çok daha popüler yapabilirdi ama onlar başladıkları yola devam ediyorlar, en büyük fark ise "under the iron sea"de olmayan şey: iyi şarkılar.
...
duran duran'ın "reflex" zamanlarında kullandığı yata gizlice girip partiliyor hissi veren "spiralling" belli ediyor aslında havayı. grup sadece kendisi eğlenmeye çalışıyor, şarkı yazarken kendisini tatmin etmeye çalışıyor, ve gayet samimi ve ölçülü bir başarı da yakalıyorlar. 98 sonrası manic street preachers'ın herhangi bir albümünün lokomotif şarkısı olabilecek "lovers are losing" kesinlikle bir pırlanta. "better than this" tam yukarıdaki kalıplara uyan bir "feelgood song." "you don't see me" queen'in 80'ler sonu ballad'larıyla, a-ha'nın son dönem soft-pop sound'u arasında dolanıp duruyor. "pretend that you're alone"da da adres queen, hatta daha spesifik olmak gerekirse "the miracle." "black burning heart" ise "hopes and fears" şahikaları "bend and break" ile "this is the last time"ın yanında yerini alıyor.

...
benim için yılın en büyük sürprizlerinden birisi bu. albüm kusursuz olduğundan falan değil, ikinci albümden sonra bırakın iyi bir albümü, eli yüzü düzgün bir iş yapacaklarından bile şüpheliydim. böyle keyifli, hafif ve dürüst bir albüm yapmalarına ise hiç ihtimal vermiyordum. belki bu şaşkınlık sayesinde olduğundan daha iyi geldi ama sorun değil. 6.5'tan 7 feda olsun böyle bir çabaya. neticede çoktan bitmiş olduğunu düşündüğüm keane'i ayağa kaldırıyor "perfect symmetry." jon brion ve stuart price gibi indie müziğin en yetenekli adamlarından ikisiyle çalışmışlar ama belli ki bu hayat öpücüğünü onlara değil, kendileriyle barışmalarına borçlular.

Wednesday, December 3, 2008

üçlemenin sonu

you said, "well never mind, we are ugly but we have the music"
...
(leonard cohen, "chelsea hotel no.2")

önceki günden devam

- Bu şarkıyı biliyor musun?
- Ne yazık ki bütün şarkıları biliyorum!
...
(tezer özlü, "zaman dışı yaşam"dan)

Tuesday, December 2, 2008

hey mr. dj!

"hey," dediler, "müziğe bir el atsana!" içimden haykırdım "hayıııııırr" diye. dışımdan "tamam bir ara bakarım" dedim. ve el atmadım tabii ki. masada oturup içmek, geyik yapmak evladır her zaman. kimse insanları dans ettirdiğiniz için madalya vermez, ama ortam durulursa şikayetleri siz alırsınız. ha, yine de insanları mutlu etmek güzel bir ödüldür, ama o kadar.
...
ve gecenin sonunda yalnız yatan siz olursunuz, cool erkekle güzel kız öpüşürlerken onların fonunu dolduran siz olduğunuz halde.
...
sakın, gittiğiniz bir partide, kalabalık olduğunuz bir barda, veya başka bir yerde müzikle uğraşmayın. bırakın, takılsınlar.